DOLAR 32,5038 0.08%
EURO 34,7826 -0.12%
GBP 40,2943 -1.04%
ALTIN 2.496,260,50
BITCOIN 20789682,74%

Siyasi hamleler kamuda verimi düşürüyor

ABONE OL
5 Aralık 2017 08:40
0

BEĞENDİM

ABONE OL
https://yenibakisgazetesi.com/wp-content/uploads/2023/03/alt.jpeg
https://yenibakisgazetesi.com/wp-content/uploads/2024/03/300-x-250-1.jpg

“İş yapamayacak kişileri, olmamaları gereken yerlerde görevlendirebiliyorlar. Ve sırf siyasi olduğu için, işi bilmedikleri halde görevlendirmeler yapıyorlar. İkinci bir neden, bazı işini yapmak istemeyen veya görevinin gerektirdiği şekilde çalışmayan memurların, bir şekilde siyasiler ile ya da partililerle kişisel ilişkileri var diye yaptırımlar uygulanmıyor” 


“Partizanlık ve torpil nedeniyle ya bir partinin ilçe başkanlığına, ya ocak örgütüne güveniyordur. Bu nedenden dolayı verim de düşüyor. İşini yapan bir yana, savsaklayan, müdür ve müsteşarların yeterince müdahil olmadığını görüyoruz”


Dr.Çiğdem DÜRÜST

“Siyasetin Yeni Yüzleri Konuşuyor”un bugünkü konuğu Toplumcu Kurtuluş Partisi YG Lefkoşa Milletvekili Adayı Seval Oyaltan. Oyaltan adaylığı ve ülke sorunlarıyla ilgili düşüncelerini Yeni Bakış’la paylaştı.

Ç.D.: Seval Hanım bugün sizin Siyasal yaşamınız ve adaylık sürecinizde ilgili konuşmak için buluştuk. Ne zamandır aktif siyasetin içindesiniz?

S.O.: Öncelikle şunu söylemeliyim: Televizyon dışında ilk kez yüz yüze sohbet ve bir röportaj yapıyorum. Özellikle bu dönemde, televizyon dışında medyada yer alacağım ilk sohbetimdir. Bunu belirtmek istedim başlar başlamaz. Teşekkür ediyorum böyle bir davette bulunduğunuz için. Ben ilk defa aktif olarak 2010 yılından beri aktif siyasetin içerisindeyim. Daha önce bir başka partideydim. Daha çok kadın hareketlerinin içinde sivil toplumdaydım.  Aşağı yukarı 2015 yılına kadar da kadın örgütlerinin içerisinde aktif bir şekilde çalıştım. Hem de Toplumcu Demokrasi Partisi’nin içerisinde aktif siyaset yaptım. Bir ara, ara vermiş gibi olsam da siyasete, aslında hiçbir zaman kopmadım. Bana çok şey kattığını düşünüyorum çünkü… 2010 yılında, hatta aktif siyasette, oldukça yoğun çalıştım. Aslında bir günde siyasetin içinde olamazsınız. Aslında birkaç yılda da olamazsınız. Bu, yıllar alan bir süreçtir. Doğanızda varsa, biraz siyasete meraklıysanız ki ben aslında hep meraklı oldum… Her ne kadar da kamu görevinden de bürokrasiden gelen biri olsam da hep meraklı oldum. Toplum sorunlarına karşı meraklı oldum. Ülke sorunlarına ve sıkıntılarına karşı meraklı ve duyarlı oldum. Ama hiçbir zaman düşünmedim; işte, hiçbir zaman düşünmedim kurumdan emekli olduktan ya da bürokrasinin içinden çıktıktan sonra siyasete atılayım diye. Böyle bir planım olmadı aslında hiç. Şartlar ve tesadüflerle tanıdıkların teşvikleri “neden olmasın” dedirtti ve girdim 2010 yılında.

Ç.D.: Kamu ve bürokrasi dediniz. Orayı da biraz açar mısınız? Okuyanlar hangi alanda uzun yıllar emek verdikten sonra ayrıldığınızı daha rahat anlayabilsinler ve yorum yapabilsinler.

S.O.: Ben 26 yıl fiili kamuda çalıştım. Esas ağırlıklı olarak çalıştığım Merkezi İhale Komisyonu’ydu. Maliye Bakanlığı’ndaki. Komisyon üyeliğinden emekliye ayrılmadan önce, Başkan yardımcılığı ve komisyon as başkanlığına yükseldim. As Başkan iken emekli oldum. Yani şimdilerde, ihalelerle ilgili konuşulan bir sürü sıkıntılar var ya, hatta rüşvet iddiaları filan döner ya, müteahhitlerin sözleri var ya ve Kamu İhale Yasası da var biliyorsunuz; ki bir türlü kamu ihale yasası oturtulamadı aslında… Bu işler daha önce ihale tüzüğüyle yürütülürdü. Devlete ait, kamuya ait bütün alım satım, kiraya verme, mal alma satma gibi işlemler hep Merkezi ihale Komisyonu aracılığıyla yapılır. Merkezi İhale Komisyonu aslında, KKTC’nin kalbidir. Bilenler bilir… Yani kamunun içerisinde olan herkes Merkezi İhale Komisyonu’un KKTC’nin kalbi olduğunu bilir. Orada çalışmak, gerçekten çok özel ve çok meşakkatli bir görevdir. Orada çalışmakla, inanılmaz derecede kamu bilgisi edinir insan. İnanılmaz derecede devletin dairelerinin ve bakanlıklarının nasıl işlediğini müthiş bir şekilde öğrenmiş oluyorsunuz. Bu konuda kendimi şanslı hissederim. X bir bakanlıkta çalışabilirsiniz, ya da başka bir bakanlıkta ya da başka bir dairede… Ama bütün bu dairelerin ve bütün bu bakanlıkların toplandığı tek bir yer vardır: Merkezi İhale Komisyonu Başkanlığı. Çünkü bütün dairelerin bilgi akışı, iş akışı, bakanlıkların iş akışı hepsi oradan geçer. O yüzdendir ki, ben aslında tüm bakanlıklar ve dairelerin nasıl bir işleyiş şeması içinde olduğunu çok iyi idrak eden de kavrayan biri oldum. Belki biraz da bundan dolayı cesurca siyasetin içerisindeyim. Çünkü milletvekilliği nedir? Kamu hizmetidir. Bakanlık nedir aslında? Kamu hizmetedir. Bir bakan, oraya geldiği zaman, geçici olduğunu düşünün. Aslında çoğu bakan bilgisizce koltuğa oturuyorlar. İşlerini yönlendiren kimdir Çiğdem Hanım? Etrafındaki tecrübeli bürokratları ve memurlarıdır. Bir bakanın başarılı olması için, ekibi çok önemlidir. Müdürü, müsteşarı, bürokratların ve memurları çok önemlidir. Ben de bunun bilincinde olan bir insanım. Dediğim gibi, dairelerde, bakanlıkların işleyişini de çok iyi bildiğime inanırım ve hatta esas hizmet alanları konusunda mesela bir Bayındırlık Ulaştırma Bakanlığı’nın işi nedir biliyorum. Çünkü ihalelerini yapıyorduk. Bir Sağlık Bakanlığı’nın işin nedir? Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı… Bunu söylemeye çalışıyorum. Merkezi ihale Komisyonu, KKTC’nin kalbidir derken hepsinin toplandığı yerdir ve bütün işleyişin aktığı yerdir. O yüzden çalışma hayatım benim için bir üniversite oldu. Bunları öğrenmem için… Çalışma yaşamı kolay bir iş değildir aslında. Ama 26 yıl fiili çalıştım. Bana soruyorlar: “Neden milletvekilliğine aday oldun?” diye, ya da “Neden siyaset yapmaya başladın?”. İşte bütün bu size anlattıklarımdan dolayı Çiğdem Hanım. Kamuda aldığım bilgi birikimi ve tecrübe var. Zaman zaman görüyoruz ki dışarıdaki birçok uzmandan, bazı yerlerde, bazı noktalarda çok daha ileride olabiliyor sizin bilginiz ve tecrübeniz. Onun bilincinde olduğum için, bu bilgi ve tecrübemi bir şekilde başarılı olursam ve halk takdir eder de milletvekili olursam, bunları birleştirerek işimi daha güzel yapabilirim. Çünkü milletvekilliği de kamu hizmetidir. Siyasal kamu hizmetidir. Bütün bu bilgi birikimime ve tecrübemi siyasetle birleştirip halkın hizmetine sunmak istiyorum.

Ç.D.: Aslında çok güzel bir noktaya değindiniz. Ülkemizde, kamu görevlilerinin siyaset yasağı vardır. Bu nedenle de çoğu zaman aktif siyasetin içerisindeki kişiler, kamunun işleyişini iyi bilemezler. Ondan sonra yürütmenin başına gelirler. Yürütmeyi sürdürmeye çalışırlar. Ve Siyasal amaçlarla geldikleri için, pek çok eksikleri olur. Sonra da pek çok sıkıntılar yaşarlar. Bu anlamda bir kez daha söyleyelim: Kamu görevlilerine siyaset yasağının kaldırılmasının ne kadar önemli olduğunu. 

S.O.: Ki kaldırıldığı taktirde, çok kamu görevlisi siyasete girebilecekler. Çok daha faydalı işler yapılabilecek, daha üretken olabilecekler. Şu anda kamunun durumuna baktığımız zaman, kamuda bir verimsizlik söz konusudur. Bunu hep söylüyorum. Sebebine değinecek olursak, kabul edilmese bile, benim en azından değerlendirmem, son yıllarda, özellikle kamudaki verimsizliğin sebebi: Siyasilerin kamunun içerisinde etkin olmasıdır. Veya kamunun çok politize de ettiriliyor olmasıdır.

Ç.D.: İş bilmez şekilde de diyebilir miyiz?

S.O.: Kişileri, iş yapamayacak kişileri, olmamaları gereken yerlerde görevlendirebiliyorlar. Ve sırf siyasi olduğu için, işi bilmedikleri halde görevlendirmeler yapıyorlar. İkinci bir neden, bazı işini yapmak istemeyen veya görevinin gerektirdiği şekilde çalışmayan memurların, bir şekilde siyasiler ile ya da partililerle kişisel ilişkileri var diye yaptırımlar uygulanmıyor. Partizanlık ve torpil nedeniyle ya bir partinin ilçe başkanlığına, ya ocak örgütüne güveniyordur. Bu nedenden dolayı verim de düşüyor. İşini yapan bir yana, savsaklayan, müdür ve müsteşarların yeterince müdahil olmadığını görüyoruz. Hâlbuki yasalar, müdür ve  müsteşarlara yetki veriyor değil mi? Yetkilendirilmiştirler yapmaları için. Yapamıyorlar, müdahale edemiyorlar. Neden? “E dokunma bizim kıza da partilimizdir.”; “E dokunma yahu bizim oğlana da filan partilimizin oğulcuğudur…”. Maalesef bunlar gerçeklerimizdir. Yani dairelerin ve bakanlıkların içerisinde, bir partizanlık ve verimsizlik var. En önemli noktası da budur. Şimdi bir de diyorlar ki, kamu reformu yapalım da her şey daha iyi olsun. Şimdi Kamu reformundan hiçbirimiz karşı çıkmadık. İsmi de güzel çünkü. Kamu reformu olunca mı düzelecek? Ben bakıyorum: Bir memurun işe geç gelip gitmesini, gerçek anlamda kontrol etmek için bir müdürün ya da müsteşarın ya da ita amiri kimse, kamu reformuna ihtiyaç mı var? Yok! Mevcut yasalar buna yeterlidir. Yapabilir Kamu Görevlileri Yasası yeterlidir.

Ç.D.: Kamu görevlilerinin çalışma alanlarının fiziki yapısı ve psikolojik koşullarının düzeltilmesi için kamu reformuna mı ihtiyaç var? Mesela… Çünkü sadece kamu görevlilerinin eksik ya da kusurlarından bahsetmemek lazım!

S.O.: İhtiyaç yoktur. Hiç ihtiyaç yoktur. Veya bir memur, disiplin suçu işliyorsa, kamu reformuna mı ihtiyaç vardır? Ama şahsen bildiğim müdür ve müsteşarlar var, eğer bir memurun üzerine yürüyorsa cezalandırmak ya da düzeltmek için, o müdür ve müsteşar partisinden de olabiliyor. Yani bunun sorumlusu yine siyasilerdir. Siyasiler kamunun verimsiz olmasını sağlıyorlar. Bu kafa yapısı, bu mentalite, bu zihniyet değişmelidir. Çok yanlıştır.

Ç.D.: 2010 yılına kadar kamuda aktif bir şekilde çalıştınız. Bunları gördünüz ve buna rağmen kamu görevlileri yasaklı olduğu için, susup sadece görevinizi yetkilerinizin gereğini yerine getirdiniz.

S.O.: O zaman konuşamıyorduk şimdiki konuştuğumuz kadar. Aslında Annan Planı döneminde müthiş bir konuşma geldi memlekete. Ondan önceki yıllara baktığımızda, bize verilen broşürleri bile çekmecelerimize saklardık. Ne münasebet de masamızda tutacaktık? Hiç konuşmazdık. O dönemden sonra bir konuşma geldi. Kaldı ki son dönemlerde yine konuşma sona erdi. Yani kendimizi işimize veriyoruz . Fakat yanlış giden bir şeyler var. Yürütmede yanlış giden bir şeyler var. Ve bunu düzeltmesi gerekenler de siyasilerdir. Çünkü bozanlar da siyasilerdir. Ve iki ana konuda var aslında kamunun içerisinde yanlış ilerleyen diye düşünürüm: Birincisi, üçlü kararnameler meselesidir. Bunu da kamu reformuna bağlıyorlar. Üçlü kararname ile gerçek anlamda bir düzenlemenin olması için gene kamu reformuna ihtiyaç yoktur. Bunu da yasal düzenlemeyle çözebiliriz. Teknik kadrolara dokunmazsınız, gelen giden müdürü değiştirmezsiniz, işin ehli insanları alıp müşavir adı altında evine yollamazsınız!… Bugün yüzlerce çok değerli kişiler var atıl durumda. Yazık günah değil mi? Ne kadar kolay harcıyoruz biz bir insanı farkında mısınız? Bu ülkede kaç yıl ister bir insan yetişmesi için. Ki kamuda verimli olmak için en az 20 yıl ister. Ben kendi üzerimden konuşayım: 20 yıldan sonra gerçekten profesyonel bir çalışan olursunuz orada. İlk 15 yıl sadece öğrenirsiniz. Ama 20 yıl 25 yıl sonra, birilerini alıp müşavir yapmak, insan kaynaklarını bir kenara atmak anlamına geliyor ki çok acıdır bu. Üçlü kararnamelerin gerçekten düzenlenmesi şart… Fakat gelen giden hep söylediği halde düzelten olmadı daha. Bir özel kalemi, bir müsteşarı elbette siyasi olarak atayabilirsiniz. Ama diğer kadrolara sürekli kriz… Son dönemde, dört yılda üç hükümet, bunların da sürekli değişmesini gerektirdi. Kamunun yapısına ciddi anlamda zarar veriyor. Kamunun idari yapısına zarar vermenin hiçbir anlamı yoktur. Bir de üstüne üstlük ne yapıyorlar? Her gelen hükümet, kabinesi kurulacağında, on tane bakanlığı birleştiriyorlar, parçalıyorlar… O daireler, bir bakanlığın altından bir bakanlığın altına gönderiliyor. Ne kadar yanlış bir şey yaptıklarının farkında değiller mi acaba? Kamunun yapısına ne kadar zarar verdiklerini nasıl göremezler? Hem üçlü kararnamelerle idari kadroya sürekli zarar veriyorlar, hem de sürekli bakanlıkları bölüp parçalayıp zarar veriyorlar. Ben hayretler içerisindeyim, ki nasıl farkında değil siyasiler bu zararın. Bunlar beni teşvik etti. Siyasete girmem konusunda. yanlışları düzeltmek için çabalamak üzere siyasete girmek, biraz da içimdeki dürtü oldu. Belki vekil olurum da bunların hatalı olduğunu ve yapılmaması gerektiğini, en azından elimde yetki olursa bunları önlemek için bireysel ya da grup olarak mücadele etme şansını yakalarım.

Ç.D.: 2010 yılında siyasal yaşamınıza Toplumcu Demokrasi Partisi içinde başladığınızı söylediniz. Son dönem Toplumcu Demokrasi Partisi’nden ayrılan ve Toplumcu Kurtuluş Partisi-Yeni Güçler’i oluşturan ekibin içinde kurucu üye olarak yer aldınız. Nasıl verdiniz bu kararı?

S.O.: (Biraz düşünüyor. Belli ki hisleri ile yanıtlamak istiyor Seval Hanım bu soruyu.) Kolay olmadı. Gerçekten kolay olmadı. O süreç zor bir süreçtir. Bir kaç kişi değildik. Bayağı çoktuk bunu kurarken. Artık ilişkilerimiz sağlıklı değildi. Ama bir yandan da, sol açısından düşündüğümüzde, doğru olmadığını da mantığım bana hep söyledi. Ama ya “Böleceksiniz!” deyip, doğru olmayan yapıda, adım atmanın imkansız olduğu bir platformda kalacaktım ve hiçbir şey yapmayacaktım; çünkü bugün ilişkiler çok zayıflamıştır o parti içerisinde… Belki de o parti, ikiye değil üçe değil, hatta 5-6 parçalı bir gruba dönüşmüştür… Ya da ayrılıp kendi hayallerim, kendi vizyonumdan, yeni bir sayfa açacak olanların içine girecektim. Ben de kendi vizyonumu, kendi hayallerimi, kendi yapmak istediklerimi hayata geçirmek için bu yeni grubun içine girdim. Çünkü zaten parçalı olan, benim herhangi bir hedefime ulaşmamı sağlayacak imkan tanımamıştı. O nedenle partiden ayrılmanın en doğru karar olacağını düşündüm. Zor bir süreçti gerçekten.

Ç.D.: Toplumcu Demokrasi Partisi ile Toplumcu Kurtuluş Partisi arasında, ne gibi farklar görüyorsunuz?

S.O.: Ne gibi? Politik açıdan mı?

Ç.D.: Aradıklarınızı bulmak için TKP’de oluşturmuş olduğunuz… Yani eksik gördüğünüz için bu tarafta önemsediğiniz?

S.O.: Aradıklarımı bulmak için. Doğrudur. Bunun için girdim yeni oluşuma. Yani Toplumcu Kurtuluş Partisi’ne… Ve şu anda da hedeflerime ulaşmak için, bulunduğum parti içerisindeki ortam müsaittir. Bir ekip ruhu içerisinde çalıştığımızı söyleyebilirim. Özellikle bu dönemlerde, çok ciddi bir süreç var önümüzde. 40 günlük bu süreç içerisinde, bireysel değil, parti açısından çalışmaya çalışıyoruz. Ön plana çıkarmaya çalıştığımız onlardır. Bu bizim ilk sınavımız. Baraj zorunlu olacağımızla ilgili söylemler var. Bunun doğru olmadığını, halk 7 Ocak’ta sandığa giderek gösterecek. Bu onların elindedir. Ve bizim hedefimiz %15’i zorlamaktır. Bir grup oluşturmak Cumhuriyet Meclisi içerisinde… Çünkü aksi halde, iki vekil ya da üç vekil ile söz sahibi olamazsınız. Yani sırf milletvekili olursunuz, ama icraatlara gerçek anlamda hiçbir katkınız olmaz. Yani ben, hem kendi açımdan, hem de partim açısından düşündüğümde, bir anda, en az beş milletvekili ile bir grup oluşturulup güç elde edebileceğimiz için, hedefimizde buraya sabitlenmiş olduk. Toplumun istemediği icraatların karşısında, başka türlü daha güçlü duramayız. Son hükümet döneminde, biliyoruz, halkın istemediği çok şey yapıldı. En basiti mesela saat örneği… Herkes ayaklandı, kış saatine girdik yaz saatine girdik şeklinde… Halk istemediği halde sürdürüp de neticede düzeltmek zorunda oldu. Ama halkın söylemediği, bilmediği de pek çok şey oldu. Özellikle talebimiz oldu: Benim ve partililerin, en çok önem verdiği noktalardan bir tanesi, halkın isteği doğrultusunda politikalarımızı yürütmektir. Eğer halk, herhangi bir şekilde, hayır yanıtını veriyorsa, o zaman da gerekenin yapılması için, harekete geçilebilir.

Ç.D.: Birleşik Kıbrıs Partisi ile bu yolu yürüme konusundaki düşünceniz nedir sizin? 

S.O.: Şimdi ülkede çok sıkıntılar var. Küçük küçük gruplar partiler halinde… Halkın pek çok sorunları var. Ekonomik, siyasal, diğer anlamlarda… Küçük küçük partiler veya belli gücü olan partiler halinde de mücadele edebilirsiniz. Veya birleşip ortak noktaları nasıl bulup mücadelenizi, bunun üzerinden de yürütebilirsiniz. Bu anlamda baktığınız zaman, mücadele ederken daha güçlü olabilme açısından, hem Kıbrıs sorunu açısından, Birleşik ve derhal Kıbrıs’ı savunan bir partidir Toplumca Kurtuluş Partisi, sonuçta; Birleşik Kıbrıs Partisi de öyledir. Özellikle Kıbrıs sorununda, çözüm üzerinden aktif politikalar oluşturmak için bu birleştirmeyi şahsen ben de uygun buluyorum. Elbette partim de uygun bulduğu için bunu destekliyorum. Tabii bu bir birleşme değil, bu bir ittifaktır. Bu ittifakı destekliyorum. Dolayısıyla çözüm anlamında daha güçlü olabilmek için ayrıca iç meselelerimizde de, ekonomik ya da diğer sivil toplum örgütlerini vurguladığı sorunların çözülmesi veya diğer siyasi konularda da, birlikte ittifak halinde hareket edip daha güçlü mücadele edebilirsek küçük küçük gruplar halinde yapacağımız hareketten daha etkili olacaktır. Birlikten güç doğar. Mümkün mertebe, bu ittifakın götürülmesi mücadelesi verilecektir. Diyelim ki Birleşik Kıbrıs Partisi’nden milletvekili mi kazandı, dört kişi de Toplumcu Kurtuluş Partisi’nden kazandı; o ittifak komitelerde de devam edecektir. Meclisin içinde de devam edecektir. Amaç daha güçlü olabilmektir. Hem Kıbrıs çözüm sürecinde hem de ülkenin iç konularında.

Ç.D.: Seçim hazırlıkları ile ilgili bir süreden beridir birlikte yürüyorsunuz. Sizce bu ittifak nasıl gidiyor?

S.O.: Birleşik Kıbrıs Partisi’nin çizgisi, hep bizden biraz farklıdır. Toplumcu Kurtuluş Partisi’nin çizgisi ise Birleşik Kıbrıs Partisi’ne göre biraz farklıdır. Ama asgarilerde bulaşmayı başardığımızı düşünüyorum. Bugüne kadar hiçbir sıkıntı yaşamadık. Onların milletvekili adayları, bizim adaylarımızın içerisindedir. Toplumca Kurtuluş Partisi Yeni Güçler şemsiyesi altında, Birleşik Kıbrıs Partisi adayları da vardı. Bugüne kadar ciddi bir sıkıntı yaşamadık. Peki, hiçbir sıkıntı yaşamadığınız diye bir soru soracak olursanız, elbette yaşamış olabiliriz. Bazı söylemler biraz sıkıntı yaratmış olabilir. Biraz daha uç noktalarda söylemler yapmış olabilirler. Genellikle bunları uzlaşıyla halletmeye etmeye çalışıyoruz zaten hep de öyle hallettik.

Ç.D.: Bu seçim süresince toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısı nasıl gidiyor partinizde ve ittifakınız açısından?

S.O.: İttifak olarak baktığınızda her iki kanattan da bu konu, aslında parti içerisinden önem verilen bir konudur. Diğer partilerle kıyasladığınızda çok daha farkındalığı yüksek bir grup olduğumuzu açıkça söyleyebilirim. Kadın aday çıkarma konusunda hiç zorlanmadılar. Kadınların, aslında toplum içerisinde özellikle de siyasette yeterince temsil edilmediğini fark eden de bunun bir demokrasi sorunu olduğunu da fark eden bir gruptur. Bunu kabul eden ve söyleyen politikacılardan kurulu bir ittifakız ve partiyiz biz. 

Ç.D.: Son günlerde medyanın bazı kanatlarında ve bazı siyasi partilerin içerisinde, yeni seçim ve halk oylaması yasasında, kadına tanınan geçici özel önlemden dolayı çok rahatsızlıkların olduğunu fark ediyoruz. Kadınların da kendilerinden daha fazla oy alan erkeklerin yerine listelerde yer bulmasını ağır şekilde eleştiren söylemlere rastlıyoruz. Bunu, partiniz ve kendiniz açısından değerlendirebilir misiniz?

S.O.: Bu değerlendirmeleri son derece adaletsiz buluyorum. Ve ayrıca bilinçsiz bir değerlendirme diye düşünüyorum. Demokratik değil bir kere. Kadınların siyasetten bu kadar uzak bir temsiliyeti bulunması, demokratik değil bir kere. Diğer çağdaş ülkelerdeki uygulamaları görmüyorlar mı?

Ç.D.: Bunlara göre, diğer çağdaş ülkelerde uygulanabilir, ama bizde değil! Yani bize uygun değil!

S.O.: Şimdi gerçeklere bir bakalım Çiğdem hanım. Evet, bizim ülkemizde, kadınların temsiliyeti iyi ve güzel oranlarda olduğu belki %50-%50 olmasa bile kabul edilebilir bir oranda olduğunu gördüğümüz alanlar var. Mesela öğretmenler, memurlar, doktorlar gibi meslek gruplarında, kadınların önemli bir orana ulaştığını fark edebiliyoruz ki bu bizim için gurur kaynağıdır. Bazı alanlarda kadın hiç yoktur! Onlara hiç değinmiyorum bile. Ancak siyasetin temsiliyetine baktığımızda, yani ¼ bile değil şu andaki oran. Şu an mecliste, %8’lik bir oran var. Temsiliyetin %8’de olması nasıl demokratik olabilir? Cinsler arası eşitliği savunuyorsanız, burada bir eşit temsiliyet var mı? Yoktur! Adil mi? Hayır… O zaman buna bir çözüm bulunması gerekiyor. Ve baktığımız zaman görüyoruz ki, erkekler özellikle siyaseti bölüşmeye hazır değil. Belki tümü değil, ama bazı erkeklerin söylemlerini görüyoruz ki isyan ediyorlar. Kotayı büyük bir haksızlık olarak görüyorlar ve isyan ediyorlar. Demek ki bu arenada paylaşmaya hazır olmayanlar var. Elbette ki hepsi için değil ama önemli bir kısmında bu eksikliğin olduğunu söyleyebiliriz. Kadın ve erkeğin eşit temsiliyeti, hem demokrasi için şarttır; hem de adil bir temsiliyet olması açısından şarttır. Bunu ileri çağdaş ülkeler nasıl çözmüş? Adına geçici özel önlemler demişler! Kota demişler! Pozitif ayrımcılık demişler! Yani bunlar farklı farklı ifadelerdir. Ama hepsinde amaç aynıdır. Yeterince temsil edilemiyorsa, herhangi bir alanda, her iki cinsten bir tanesi, ya da toplumun genelinden farklı olarak, başka özelliklere sahip insanlar için de bu geçerlidir, geçici olarak pozitif anlamda bir önlem alırsınız Ta ki demokratik bir temsiliyet oranına erişene kadar. Ona vitamin vermek gibi bir şey düşünün. Hak ettiği eşitliği sağlayamıyorsun. Hakkını alamayan grup neyse, ona vitamin aşılamak gibi belli bir süreç boyunca veya ilkelersiniz ki hak ettiği bir yere gelsin. Belki tam eşitliği sağlayamazsanız bile, belli bir orana varması için destek olursunuz. Baktınız ki 10-15 sene sonra, belli bir orana geldiğinde bu eylemi kaldırırsınız. Yani bu ilelebet sürecek diye bir konu söz konusu değil ki. Demokratik ve adil olması için yeterince temsil edilemeyen gruba, pozitif bir şans vermek anlamına geliyor. Bizim yaptığımızın yeterli bile olduğuna inanmıyorum. Kibir bilinçlenme eksikliği vardır. Bunun anlatılması gerekmektedir. Özellikle bazı kesimlere: Kotayı çok kötüymüş gibi gösteriyorlar çünkü. Hem bunun aslında amacının ne olduğunu anlatmak gerekiyor. Hem de sonsuza kadar sürmeyecek. Yine bunun geçici bir önlem olduğunu, istenen bir noktaya geldiği zaman ya da kabul edilebilir bir noktaya geldiği zaman bu yasanın yeniden düzenlenebileceğini söylemek gerekiyor. Eğer hakikaten hala anlamayanlar varsa da bilgilendirmeleri gerekiyor. Bizim ülkemizde şu anda kota gereklidir. Ama önemli olan kotayı bu şekilde koyup amacımıza ulaşacağımız kanısında da olmadan, önce bir kaç kere düşünmek gerekiyor. Evet, kadınlar listelere girdiler ama önemli olan bunun sonuca yansımasıdır. Fırsatlarda eşitlik olabilir, ama sonuçlarda eşitlik henüz yoktur. Yani şu anda, kadınlara %30 kota şansı tanınmış olmakla birlikte; ne yazık ki, sonuçlara yansıyan %30 olup olmayacağını gelin hep birlikte izleyelim. Çünkü benim ümidim yoktur. Bilinçlenme açısından bu süreci iyi takip etmek gerekiyor. Mesela kotanın yasal bir süreç haline gelmesiyle düne göre belki bir adım önde olabiliriz. Siyasi partileri bir zorunluluğa sürüklemekle, belki kadın adayların sayısının artması konusunda bir zorlama yapılmış olabilir. Fakat sonuçlara yansıması her şeyden önemlidir. 

Çünkü sonuçlara yansımadığı takdirde, sadece sahada kalacak, temsiliyet ve gerçek anlamda hiçbir hizmeti olmayacaktır.

(…devamı yarın)

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.


HIZLI YORUM YAP

SON DAKİKA HABERLERİ

kıbrıs reklam