DOLAR 32,5038 0.08%
EURO 34,7826 -0.12%
GBP 40,2943 -1.04%
ALTIN 2.496,260,50
BITCOIN 2077533-1,43%

İstek var ama umut yok

ABONE OL
15 Temmuz 2018 10:40
0

BEĞENDİM

ABONE OL
https://yenibakisgazetesi.com/wp-content/uploads/2023/03/alt.jpeg
https://yenibakisgazetesi.com/wp-content/uploads/2024/03/300-x-250-1.jpg

 “Sayın Erdoğan konuşmasında ‘çözüm konusunda kararlılık ve iyi niyetle yapıcı katkılar sağlamaya devam edeceğiz’ şeklinde bir vurgu yaptı. Çözümün gerçekleşeceği konusunda iyimserlik taşımamak ile çözüm parametresini değiştirmek, örneğin iki devletli bir modele ya da konfederatif bir yapıya kaymak aynı şey değildir” 


 “Zaten Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2018 seçim bildirgesinde Türkiye’nin Kıbrıs sorununun çözülmesi için yapıcı katkılarını sürdüreceği yazmaktadır. Kanaatimce şu an Türk tarafının federatif çözüm yönündeki iyimserliği yüksek değildir, ancak bu illa ki çözüm şeklinin değiştirilmesi yönünde bir çaba harcanacağı anlamına gelmiyor” 

Özlem ÇİMENDAL

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs ziyaretini değerlendiren YDÜ Siyaset Bilimi Öğretim Üyesi Şevki Kıralp,  Erdoğan’ın yaptığı açıklamaların Türk tarafının federatif çözümden vazgeçtiği yönünde bir tablo ortaya çıkarmadığını söyledi. Kıralp, “Sayın Erdoğan konuşmasında ‘çözüm konusunda kararlılık ve iyi niyetle yapıcı katkılar sağlamaya devam edeceğiz’ şeklinde bir vurgu yaptı. Çözümün gerçekleşeceği konusunda iyimserlik taşımamak ile çözüm parametresini değiştirmek, örneğin iki devletli bir modele ya da konfederatif bir yapıya kaymak aynı şey değildir. Zaten Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2018 seçim bildirgesinde Türkiye’nin Kıbrıs Sorununun çözülmesi için yapıcı katkılarını sürdüreceği yazmaktadır. Kanaatimce şu an Türk tarafının federatif çözüm yönündeki iyimserliği yüksek değildir, ancak bu illa ki çözüm şeklinin değiştirilmesi yönünde bir çaba harcanacağı anlamına gelmiyor” şeklinde konuştu. 

 

“Artık AB’ye girmesek de olur’ düşüncesi var”

Türkiye-AB ilişkileri açısından en önemli dönüm noktalarından birinin 1999 Helsinki Zirvesi olduğuna vurgu yapan Kıralp, “Bu zirvede oldukça kritik bir şey kayda geçirildi. O da, Türkiye’nin AB’ye üyeliği için Kıbrıs sorununun çözülmesinin önkoşul olmayacağıydı. Bu bir açıdan Türk diplomasisi için bir başarıydı, ama tersten okursak verdiği anlamlardan biri de basitçe şudur: ‘Kıbrıs Sorunu çözülmüş olsa bile AB Türkiye’yi üye yapma sözünü vermiyor’. Bu durum hala değişmiş değildir ve Kıbrıs sorunu çözülse bile Türkiye’nin AB’ye üye olacağının garantisi yok. Öte yandan Kıbrıs sorunu çözülmedikçe, bir devletin AB’ye üye olmasının temel şartlarından biri olan tüm üye ülkelerin bu yeni üyenin katılımını onaylaması gerekliliğinin Türkiye’nin aleyhine işleyebileceğini, yani Kıbrıs Rum tarafı ile Yunanistan’ın Türkiye’nin katılımını veto edebileceğini de dikkate almakta yarar var. Ayrıca Türkiye’nin AB ülkelerine, AB ülkelerinin de Türkiye’ye belirli bağımlılıkları vardır ancak AB’nin Türkiye’yi üye yapmakta, Türkiye’nin ise üye olmakta ne kadar istekli olduğundan emin değilim. Bana kalırsa Türkiye siyasilerinin ve halkının ciddi bir çoğunluğu ‘artık AB’ye girmesek de olur’ şeklinde düşünüyor olabilirler. Bir de şu gerçek var ki, Kıbrıs Sorununa ‘x’ ya da ‘y’ bir çözüm bulunacaksa bunun temel iradesi adadaki Rumlardan ve Türklerden gelmelidir. Dış ülkelerden değil” dedi. 

 

Taraflarda “nabız yoklama” başladı 

BM Genel Sekreteri’nin taraflarda “nabız yoklama” amacıyla bir temsilci görevlendirmeyi planladığına vurgu yapan Kıralp şöyle konuştu: “Şu an taraflarda ciddi bir iyimserlik gözlenmiyor. Tarafların belirli başlıklarda önemli görüş ayrılıkları var. Türk tarafı ‘biz artık ucu açık müzakerelerde yokuz’ diyor, Rum tarafı ‘Guterres çerçevesini kabul etmeyecekseniz boşuna görüşmeyelim’ diyor ve iki tarafın ‘Guterres çerçevesi’ dendiği zaman farklı şeyler anladığı görülüyor. Sayın Guterres BM Güvenlik Konseyine geçtiğimiz günlerde sunduğu raporunda Kıbrıs Barış gücünün görev süresinin uzatılmasını önerdi. BM Genel Sekreteri aynı raporunda müzakerelerin yeniden başlaması için iki lideri teşvik ettiğini, Güven Yaratıcı Önlemlerin hayata geçmesi ve toplumlararası ilişkilerin pek çok alanda gelişmesi için çağrıda bulunduğunu da dile getirdi.” 

“Siyasal çözümle toplumsal barış birbirine karıştırılmamalı”

Müzakerelerin kısa süre içerisinde tekrar başlayıp başlamayacağı konusunda şu an için iddialı bir tahminde bulunmanın zor olduğunun da altını çizen Kıralp, “Ancak bence 1968’den bu yana yürütülen müzakere süreçlerinde bazı temel sorunlar var. Her şeyden önce, siyasal çözümle toplumsal barışı birbirine karıştırmamak ve siyasal çözümü toplumsal barışın sağlanmasının önkoşulu haline getirmemek gerektiği kanaatindeyim. Toplumlararası diyalog genişletilmelidir. İki toplumun birbirini karşılıklı olarak anlayabilmeleri için daha sağlıklı yakınlaşma ortamları kurulmalıdır. Güney’deki akademisyenlerin araştırmalarında da, Kıbrıs gibi etnik uyuşmazlıklar yaşanan bazı coğrafyaları inceleyen akademik araştırmalarda da ortaya çıkan bir şey var: Temas önyargıyı kırar. Bu yüzden toplumlararası temas bence oldukça önemlidir. Bu da medya ve sivil toplum aracılığıyla bir toplumdan insanların kendilerini diğer toplumdan insanlara anlatmalarına fırsat sağlanarak yapılabilir” ifadelerini kullandı. 

  

“KKTC olarak kendi iç meselelerimizde yeterince şeffaf değiliz”

Siyasal çözüm arayışında ise, Kıbrıs müzakerelerinin şeffaflığında bir tür dengeye ihtiyaç olduğunu düşündüğünü anlatan Kıralp, “Evet, demokrasi şeffaflığı gerektirir, halkın kendi kaderini ilgilendiren gelişmelerden haberdar olmasını gerektirir ama müzakere edilen bir başlıkta tarafların pozisyonlarının yerli yersiz sızdırılması, daha netlik kazanmadan kamuoyunda tartışmaya açılması ve çeşitli dezenformasyonlara, spekülasyonlara maruz kalması zaten zor olan müzakereleri daha da zorlaştırıyor. Düşünün ki Rum ya da Türk lider müzakerelerde karşılığında bir şey talep ederek bir esneklik göstermeye kalktığı andan itibaren kendi toplumundaki muhalefet tarafından “sen taviz verdin” denerek yaylım ateşine tutuluyor. Sözde “taviz” günlerce tartışılıyor, çeşitli dezenformasyonlara ve spekülasyonlara maruz kalıyor. Bu da gerçekten müzakereleri oldukça kırılgan bir hale getiriyor. İşin ilginci, KKTC olarak kendi iç meselelerimizde yeterince şeffaf olmadığımızı sürekli olarak ifade ediyoruz ancak Kıbrıs müzakerelerinin şeffaflık eksikliği sorunu yok” diye konuştu. 

“Karşı tarafa yeterince temas edemeyen bir çözüm siyaseti başarılı olamaz”

 “Öte yandan, Rum siyasilerin Türk toplumuna, Türk siyasilerin de Rum toplumuna bazı mesajlar vermesi ve onlara temas etmeleri gerektiğini zannediyorum” diyen Kıralp, ister kendi tezinin haklılığını anlatmak için olsun, ister sadece derdini anlatmak için olsun isterse de karşı tarafla uzlaşmaya çalışmak için olsun. Karşı tarafa yeterince temas edemeyen bir çözüm siyasetinin başarılı bir çözüm siyaseti olamayacağını vurguladı. Kıralp, “Örneğin, her iki liderin de diğer toplumun dilini bilen tercümanları var. Sayın Akıncı nadiren de olsa Kıbrıs Rum toplumuna sesleniş konuşması yapsa, Sayın Anastasiadis de yine nadiren aynısını Kıbrıs Türk toplumuna yönelik yapsa bunun bile faydasını göreceğimizi düşünüyorum. Kısacası, müzakereler tekrar başlayacaksa iki taraf görüşmelerin şeffaflığını halkın haber alma özgürlüğüne ters olmayacak ama sürekli olarak istismar imkânı yaratmayacak bir dengeye oturtmayı denemelidir. Bunun yanında, iki taraf birbirini daha fazla muhatap almalı, daha sağlıklı bir diyalog kurulmalıdır” şeklinde konuştu. 

 

“Müzakerelerin başlayamaması halinde Türk tarafı, Rum hükümetinin hidrokarbon rezervlerine tek başına sahip çıkmasını engellemeye odaklanacak”

KKTC tanınır mı konusuna gelince, bu hususta Kıbrıs sorununda oluşan güçler dengesinin dikkate alınması gerektiğine işaret eden Kıralp, “Kıbrıs Rum tarafı Kıbrıs Cumhuriyetini tek başına yönetiyor, ancak Türk tarafı da adanın %36’sını tek başına yönetiyor. Rum yönetimindeki Kıbrıs Cumhuriyeti tanınıyor, KKTC tanınmıyor ama Türk tarafına da KKTC’yi tanımamak haricinde ciddi bir uluslararası baskı yok. Türkiye’nin Kıbrıs’taki askeri gücü daha fazlayken Kıbrıs Rum tarafı ve Yunanistan Avrupa Birliğine üyedir. Ortada oldukça hassas bir güç dengesi var. Taraflardan birinin bu dengeyi kendi lehine değiştirmeye çalışması diğer tarafın ciddi tepkisiyle ve engeliyle karşılaşır. Buna bir ölçüde uluslararası sistem de engel olur. KKTC’nin tanınması da bu güçler dengesinin Türk tarafı lehine bozulması anlamına gelir ki buna Yunan tarafının ve uluslararası sistemin çok da sıcak bakacaklarını düşünmüyorum. Bu yüzden, KKTC’nin tanınabileceğine ya da Türk tarafının temel politikasının tanınma olacağına fazla ihtimal vermiyorum. Bence müzakerelerin başlayamaması halinde Türk tarafı Rum hükümetinin hidrokarbon rezervlerine tek başına sahip çıkmasını engellemeye odaklanacaktır, KKTC’nin tanıtılmasına değil” dedi.  

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.


HIZLI YORUM YAP

SON DAKİKA HABERLERİ

kıbrıs reklam