Yaklaşık ikibin yılda oluşan Marmara Denizi
neo-liberalizmin üret -> tüket -> yok et mantığı sayesinde yaklaşık otuz
yılda sona geldi. Doğal yaşam için ikibin yıl 'genç' iken, kapitalist sistem
için otuz yıl 'geç'tir
Yaklaşık ikibin yıllık geçmişe sahip Marmara
Denizi yüzen bir çöplüğe dönüşmüş durumda. Akdeniz’den Karadeniz’e doğru gerçekleşen akıntı yönü ile Marmara
Denizi kuşkusuz on binlerce canlının yaşam alanıydı fakat yok edildi! Bu
doğrusal akıntı bir denizden başka bir denize doğru ilerlerken yaşamı yaşamak
için var ediyordu.
Kapitalizmin büyüme hızı ve bu hızın yarattığı
korkunç tahribatın yol alma gücü, doğanın yaratma ve kendisini yenileme
gücünden çok daha hızlı ilerlemekte. Yaklaşık ikibin yılda oluşan Marmara
Denizi neo-liberalizmin üret —> tüket —> yok et mantığı sayesinde
yaklaşık otuz yılda sona geldi. Burada ciddi bir ters orantı söz konusu. O da
kapitalizmin kâr odaklı kısa vadeli çıkarları ile doğanın uzun vadeli
çıkarlarının çatışmasıdır. Doğal yaşam için ikibin yıl “genç" iken,
kapitalist sistem için otuz yıl “geç”tir.
İşte bu nedenlerdir ki kapitalizme boşu boşuna
“ceset medeniyeti “ denmiyor. Canlı olan ne varsa metalaştırıp öldürüyor. Marmara
Denizi'nde yaşananlar bize bir şeyi daha anlatıyor: Kapitalist sistemde tüketme
gücü (yok etme gücü) üretme gücünü geçmiş ise özellikle doğal alanlar için geri
dönüşü olmayan bir süreç başlamış demektir. Bu nedenledir ki Marmara Denizi
öldü tanımı doğrudur.
Sistemin denize kâr mantığı ile baktığını
biliyoruz. Kârların artması Marmara ile birlikte toptan bir yok olma sürecine
girdiğimizi de belgeliyor. Tam da bu yüzden Marmara Denizi'nde kârların akış
yönü denizde yaşayan canlıların akış yönünün tam tersine işler.
Denizdeki doğal döngü yaşamak için üretirken,
karadaki kurgusal döngü yok etmek için üretir. Kârların akıntı yönü karadan
denize doğrudur. Uzmanlar Marmara Denizi için önemli bir tarih bildiriyor:
1980'ler! Bu tarih denizin müsilaj ile tanışma tarihi. Bu tarih hiçte tesadüfi
değil.
Tarihler 1980'lerin ikinci yarısını
gösterdiğin de dünya ekonomik ve politik arenasında ciddi dönüşümler yaşanmaya
başlamıştı. 1980'lerin borç-petrol-kredi krizlerini aşmaya yönelik neo-liberal
politikaları başta ABD ve İngiltere olmak üzere sahneye konuluyordu. Bu
sahnelemenin önemli dekorları da IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü'ydü.
Türkiye Özal'la birlikte bu politikalarla
tanıştı. Kapitalizmin bu yapısal krizini atlatması, yeni teknolojilerle
birlikte yeni ürünlerin tüm dünyayı kapsayacak şekilde devreye sokulmasını
gerektirdi. Ekonomi-toplum-doğa ilişkileri yeniden düzenlendi.
Boğaz köprüsünü satma sözünü büyük bir gururla
veren Özal, altından akıp giden Marmara Denizi'nin de yok edileceğinin
sinyallerini veriyordu.
Bir yandan dünya ticareti daralırken öte
yandan bizim gibi ülkeler de hem toplumu hem de doğayı koruma tedbirleri artan
borç yükünü hafifletmek için kaldırıldı. Merkez kapitalist ülkelere daha çok
karşılıksız kaynak transferi gerçekleştirildi.
1980'lerin ikinci yarısında kapasite kullanımı
imalat sanayiinde üretim artışına eşlik edecekti. İmalat sanayii ürünleri;
demir çelik, çimento, tekstil, petro kimya vd. Bu sektörler bugün Marmara
Denizi'nin etrafında kümelenmiş durumda, kirletmenin en önemli aktörleri
konumunda.
Önce serbestleştirme adı altında sermaye
hareketlerinin sınırları kaldırıldı. Kuralsızlaştırma ile topluma ait kurallar
sermayeye devredildi. Özelleştirme ile ortak mülkiyet alanları artık
sermayenindi. Tüm bunlara düzenleme denildi! Oysa düzenleme piyasanın rahat
işlemesi için yapılan müdahaleydi.
Dönemin 24 Ocak kararları aslında yeni bir
sermaye birikim modelinin ve sınıf ittifaklarının dayatılma sürecidir. Dışa
açılma yerine içeriyi açma denmesi sanırım daha anlamlı olacak. Krizin
faturası; gelişmiş merkez ülkelerden çevre ülkelere, sermayeden işçi sınıfına
ve nihayetinde doğaya ödetilecekti. İşte bu faturanın başında genç ve tanıdık
bir isim yazmaktaydı: Marmara Denizi.
Böylece krizin ağır yüküyle birlikte zehirli
atıklar, denetlenmeyen arıtma sistemleri, kimyasal ve evsel atıklarla birleşip
müsilajın bugünlere gelmesinde en önemli adımları attılar.
İşte bu nedenle musilaj durduk yere 1980'lerle
birlikte baş göstermedi. Kârların akıntı yönü bu dönemde belirlendi.
İkibin
yıllık Marmara Denizi'nin otuz yıllık neo-liberal politikalarca katledilişinin
hazin öyküsüdür musilaj!