Kapitalizmin neo-liberal tuğlalarla örülmüş
son konaklama yerinin giriş kapısında şöyle yazmakta: Saldırın… Levhanın
altında bir ek daha var: Söylem en büyük silahtır. Silahınızı kuşanın ve
saldırın… Sadece nesnelere değil tüm değerlere, bağlantılara, ilişkilere,
duygulara… Kısacası insana ve doğaya dair ne varsa her şeye saldırın…
Hatırlayalım; tüm egemenlik biçimleri önce
kabullendirir sonra içselleştirir en sonunda da meşrulaştırır.
Ekleyelim; kapitalizmin okulunda itaat, unutkanlık
ve umutsuzluk zorunlu derslerdir…
Meşrulaştıran söylemlerin varlığı kadar
yayılması, yaygınlaştırılması da toplumun bölündüğü sınıf yapıları ile doğrudan
ilişkili. Örneğin; işsizlik kavramı kapitalizm öncesi üretim biçimlerinde
kullanılmıyordu. Kapitalizmin varlığı ile tarih sahnesine çıktı.
İşte tam da burada içe alma – dışa atma
mücadelesi gün yüzüne çıktı. Kapitalizm işsizliği bireye bağlı, yetenekle
alakalı, gelip geçici, sistem dışı… olarak adlandırırken sistem karşısında
mücadele edenler için durum tam tersi anlamları barındırmaktaydı.
Sınıfsal güç dengesinin kapitalist sermayedar
lehine büküldüğü neo-liberal söylemlere karşı teorik eleştirilerde zaaflar
yaşanmakta. Bu söylemler rızaya dayalı baskı ve baskının getirdiği rıza yöntemi
ile “derin egemenliğini” inşa etti. Derin egemenlikle birlikte fantezi ile
gerçek arasındaki ince sınır aşınmaya başladı.
Teorik eleştiri zaafları da bu ince sınırda
sıkışıp kaldı. Gerçekle fantezi arasına eşitlik sembolü konmaya başlandı.
Günümüz neo-liberal söylemleri insanları sanal gerçeklikle eğitiyor. Amaç
devrimci düşünceyi kökten kazımak. Unutmamak gerekir ki devrimci olan gerçeğin
kendisidir…
Evet, unutmamak gerek! Çünkü iktidarın belleği
hatırlamaz ve hatırlatmaz. Yaşamda paradan çok daha değerli ve önemli şeylerin
olduğu hemen her gün kafamıza kazınır. Ama bunlara ulaşmak için yine para
gerektiği söylenmez, söyletilmez.
Gündelik yaşam pratiği içinde söylenen sözleri
düşünce kategorisin de ele almak pek mümkün değil. Bilmekteyiz ki her
düşüncenin bir amacı var, bir hedef doğrultusun da bir yerlere ulaşma isteği
mevcut.
En önemlisi de yaygınlaştırılmış,
yönlendirilmiş, içselleştirilmiş olması gerekli. Kısacası bir yolu olmak
zorunda. Bir kaynaktan çıkıp başka bir yere ulaştığın da yani yolculuğunu
tamamladığın da gerçekleşmiş demektir.
Bu gerçekleşme eleştirel olma ile de doğru
orantılı. Eleştirel olanın “neden” sorusunu öne çıkarmasına karşın neo-liberal
söylem “nasıl” sorusun da ısrarcı.
Egemen söylem tarihselliği yani sonluluğu
reddeder. Hep vardı var olacak sözünü yükseltir. Burada da durmaz bir adım daha
ileri giderek kapitalizmin insanlığın normal hali, değiştirilemez son durağı
olduğunu söyler. Böylece alternatifsizliği hakim kılmaya çalışır.
Meşrulaştırıcı söylemler sadece kendine bağlı
insanlar var etmiyor. Aynı zaman da bu insanları birbirine de bağlıyor.
Verilmesi gereken tepki karşısın da tek tipleştiriyor. Olaylar arasında ki
bağlantıları koparıyor. Örneğin; kadın evinde bulaşık yıkayıp emek enerji
harcadığın da yani bir iş yaptığın da ona işsiz, çalışmıyor diyebiliyor. Ama
aynı kadın bir lokanta da aynı miktar bulaşığı yıkadığın da işi var, çalışıyor
diyor. İşte bu hafızaların körleştirilmesi, gözlerin de hafızasını
yitirmesidir.
Bir yerde bir söylemin olması orada söyleme
uygun şeylerin olduğu anlamına gelmiyor. Diğer türlü söylersek; bir yerde bir
şeylerin olması ona uygun söylemleri üretemeyebiliyor.
Neo
liberal tuğlalarla örülmüş son konaklama yerinin giriş kapısında ki sözü
değiştirerek işe başlayalım: kapitalizm insanlık tarihinde bir parantezdir. Ve
bu parantezin kapanma vakti gelmiştir…