Elimizde değil bir zorunluluktur, benim ve ya
benim gibi düşünenlerinin siyaset için ne ifade ettiği ve hayatımızı derinden
etkileyen siyasete nasıl yön verebildiğimizi sorgulamak günümüz koşullarında
bir gereklilik haline geliyor ve endişelerimizden dolayı bir türlü kopamıyoruz.
Çünkü sorunlarımız git gide derinleşiyor ve
buna çözüm üretmesi gereken siyaset kurumu giderek tıkanıyor. Bizler bu
tıkanmayı hissediyor ve yön verebilme imkanı bulamadığımız için ancak
gördüğümüz fotoğraf üzerinden düşüncemizi ortaya koyuyoruz.
Acaba sabahtan akşama kadar konuştuğumuz ve
hep eleştirdiğimiz bu ülke meselelerinin neresinde duruyoruz biz? Yanlış yolda
olan bizler miyiz? Bir türlü kopamadığımız siyaset ve siyasi mücadelenin
gerçeğinin bize ve topluma hiçbir katkı yapmadığını gördükçe sinirleniyoruz.
***
Bu açıdan bakıldığında bizim gibi toplumların
siyasetle olan etkileşiminde kurumsallık, çoğulculuk ve fırsat adaleti yoktur.
Aslında azınlık bir elit topluluğun istek ve çıkarları daha mühimdir. Bunun
için uzağa gitmeye gerek yok partilere şöyle bir bakın. Birkaç yüz kişinin
seçtikleri seçim zamanı bize seçmemiz gerekenleri listeliyor.
Oysa bir siyasal-sosyal sistemde bulunan
farklı partiler ülkenin doğru istikamete varma hedefine giden farklı yollardan
ibarettir. Ülkemizde bu yolları tıkayan bariyerler ve yol kazaları hiç eksik
olmaz. İşte yaşadığımız bu ada yarısında
ideolojilerin üstün hale gelmediği, birey mutluluğunun kişisel çıkara
kurban edildiği ve seçim yolu ile mağlubiyetlerin reçete görüldüğü bir
toplumsal ruh hali yaşıyoruz.
***
Üstelik bu yaşadıklarımız yeni bir durum da
değil. Siyasal kurumlarını, siyasal kültürünü yenileyemeyen ve gerçeklerimize
göre saptamaktan kaçınan Kıbrıslıtürk siyasal yaşamı artık bir yol ayrımına
giriyor. Siyasal liderliklerin kişisel çıkarları toplumsal çıkarın önünde
götürülüyor…
Konuyla ilgili filozof Rousseau 1862’de şu
sözü söylüyor: “En güçlü olan, gücün kendisi olmazsa ve itaat görev sayılmazsa
yeterince güçlü değildir.” Bu anlamda tarihsel olarak bir ülkedeki siyasal
kültür (1)Teslimiyetçi, (2) İtaatkar ve (3) Çıkarcı (gruplar) bağlılığı
şeklinde olabilir. Bizim topluma yaşatılan da bu değil mi?
***
Bazen bunların bir karışımı söz konusudur. Bir
yandan siyasi iktidarı belirleyebileceğimizi düşünürken bir yandan ona itaat
etmeye hazır olduğumuzu gösterebiliriz. Ya da bir gücün güdümüne giren insanlar
bir süre sonra ülkenin yurttaşı olmak yerine o güç grubunun bir üyesi olarak
kalmayı yeterli görebilir.
Kıbrıslıtürkler, çok partili yaşama geçtikten
sonra çıkarcı ve menfaatçi seçmen davranışını da birlikte görmüştür. Ülke
siyasetini değiştirebileceğimize yönelik inanış ise hiçbir zaman çoğunluğun
iradesi olmamıştır. Bu durumu sadece seçmene ciro etmek de doğru değildir…
***
Farklı partilere oy veriyor olmamız da günümüz
siyaseti açısından yarış, rekabet ve çoğulculuk gibi kavramları işletmeye
yetmiyor. Belki çoğulculuk (farklı düşünce ve eğilimlerin yönetime yansıması )
işlemiyor ama çoğunluğumuz bir tür demokrasi sosuna batırılarak seçimlerde oy
kullanan seçmen çoğunluğu haline geliyoruz. Bunun adına da seçmen iradesi
diyorlar.
Burası normal bir toprak parçası olmadığından
dolayı siyasetteki tıkanmanın bir sebebi de buradadır. Gerçekten siyasete
yansıyan toplum iradesi mi yoksa güçler savaşında galip gelenler in mi?
İşgal altında, taşınan yabancı nüfusla
birlikte azınlığa düşürülen dahası kansız soykırım ve asimilasyon uygulanan
vatandaşın oy kullanma kararı alternatifler arasından doğru bir seçim yapmak mı
yoksa doğal hele gelen “şuan en iyisi bu” kanaatinin sonucu mu?
“Gazetecilik,
yüzde 99'u alçaklık ve korkaklık, yüzde 1'i ise dürüstlük ve cesaret olan bir
meslektir. O yüzde 1'lik kısım dünyayı da, hayatı da değiştirmekte büyük rol
oynar.
O yüzde bir olmasaydı dünya bugün olduğu yerden çok daha geride
olurdu...”
AHMET
ALTAN