Ölümünden 83 yıl geçmesine rağmen onu özlemle
anıyorsak bunda bir gariplik vardır. Tabi ki ölenin yeri doldurulmaz. Mutlaka
hayatımızda bir boşluk bırakır.. Benim burada anlatmaya çalışacağım aradan
bunca yıl geçmesine rağmen onun yaptıklarının, yapabildiklerinin önüne
geçememiş olunmasıdır.
Hem 1. Dünya savaşında, Hem Kurtuluş Savaşında
görev yapmış bit olarak arkadaşlarının hayal bile edemeyeceği bir devlet
kurmuştu. Kısacık Cumhurbaşkanlığı döneminde yaptıklarını anlatmaya gerek yok.
O’nu yirminci yüzyılın tarihinde unutulmaz
yapan işte bu yaptıklarıdır. İtibarı
saraylarda değil yapılan işlerle kazanıldığını gösterdi. Savaştığı düşmanları bile onun ayağına
gelerek ziyaret etme ve görüşme şerefine ermişlerdi.
Fransız ihtilalinden etkilenen batı
uygarlığını kendisine örnek seçerek bir ulus devleti yaratmayı hedef yapmıştı.
Osmanlı zamanındaki ümmet anlayışı içinde ezilen ve horlanan, aşağılanan
insanların tanımlanmasında kullanılan Türk sözcüğünü beyinlerden silerek bir
Türk Ulusu yaratma kolay bir iş değildi.
Türkleri bu aşağılık duygusundan kurtarmak
için her fırsatta övgüler söyleyen Atatürk aslında ırkçı bir milliyetçi
değildi. Tek istediği bu duygulardan arınmış ve tarihiyle yüzleşerek kendi
kimliğini bulan bir ulus yaratmaktı. Bu nedenle onuncu yıl nutku sonunda
söylediği.” Ne mutlu Türküm diyene” sözünü bu bakış ile ele almak gerekir.
Atatürkçülük bir dogma değildir. Bu söz
bugünkü şartlarda söylendiğinde diğer kimlikleri rencide eder veya onlar da
bunu kendi ulusları için söyleyebilirler. Oysa Atatürk ayrıştırma değil
birleştirme düşüncesiyle bunu söylemiştir.
O bakımdan o günün tarihsel olguları içinde değerlendirilmeli ve bugünkü
olgulara uymazsa söylenmesi gerekmiyor demektir.
Atatürk, yaptıklarıyla özellikle ezilen ve
sömürülen ulusların rehberi olmuştu. Hayal gibi görülen devrimleri ile Türkiye
Cumhuriyetini Çağdaş medeniyetler seviyesine çıkarmayı başarmıştı. Ortaçağ
kalıntıları üzerinden modern bir devlet kurmayı başarmıştı.
Yaptığı konuşmalarda Kurduğu Cumhuriyetin
ileride tehlikeli yollara sürükleneceğini geçebileceğini hissetmiş olduğundan
özellikle gençlere bu konuda öğütler vermeyi ihmal etmemişti. Gençliğe hitabesi
bu yüzdendir.
Atatürk öldükten sonra bütün korktukları yavaş
yavaş oluşmaya başladı. Atatürkçülüğü bir dogma olarak görerek onu
tabulaştırarak kullandılar. Askerde, siyasette ne yapıldıysa Atatürkçülük adına
yapıldı diye savunuldu. Onun zamanında
başlatılan sanayileşme hamlesi iktidarların vizyonsuzluğu sayesinde emperyalist
güçlerin kontrolüne geçti.
Özellikle Komünizm korkusu salınarak ABD
emperyalizminin çıkarlarına hizmet etmek için birbirleriyle yarışan iktidarlar
ve Nato’ya dahil olan Türk Silahlı Kuvvetleri Atatürk’ün çizdiği yoldan
ayrılmıştır.
Ülkeyi bir baştan bir başa Atatürk anıtları
ile doldurmak Atatürk’ü düşünceleri ile değil de hayatını ezberleten yönetimler
uyuyan Osmanlı kalıntılarının büyüyüp gelişmesine ve Türkiye’nin bugünkü hale
gelmesine neden olmuştur.
19 yıldır Türkiye’yi yöneten islimi yönetim
anlayışının güçlenmesinde Atatürk adına yapılan yanlışların büyük sorumluluğu
vardır. Bu yanlışların Türkiye Cumhuriyetine çok büyük zararı dokunduğu ve
çağdaş dünyadan koparılarak Ortaçağ karanlığına çekilmesinde kendilerini Çakma
Atatürkçü olarak gördüğüm tüm yönetimlerin de suçu vardır. Atatürkçülüğü işine
geldiği gibi yorumlayanlar bunun bedelini Türkiye Halklarına ödetmişlerdir.