Doğumum
MÖ 10000 yıllarına dayanmaktadır. Cilalı Taş Devrinden tutun da Tunç çağına
kadar çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yaptım. Kimler kimler bu topraklarda ne
savaşlar vermedi ki. Haçlılar mı istersiniz, Tapınak Şövalyeleri mi istersiniz,
hikayem uzun ve derindir. Ben 1974 öncesi ve sonrasını sizlere anlatayım. 74
öncesi, topraklarım dış güçlerin, üzerimde yaşayan Rum-Türk halkını bölmek ve yönetmek
adına siyasi arenada karmaşa ve toplum içinde iç çatışmaya neden olduğundan,
Anavatan Garantörlüğünde yapılan Barış Harekatı ile ikiye bölündüm ve
sınırlarım kuzey ve güney olarak çizildi. Savaş öncesi, halkımın tek korkusu,
Rumlar tarafından katledilmekti. Halkım, kendi içinde yardımsever, üreten,
milli mücadele ruhu olan, orta düzey yaşayan bir halktı. İnsanların birbirine
saygısı, sevgisi, merhameti vardı ve adil bir yaşam, hak-hukuk vardı. 74
sonrası, Rumun ganimeti, halkımın çoğunda değişim yarattı. Bilirsiniz para
insanlarda huy ve alışkanlıklarda değişim yapar. Halkım zamanla Anavatan
tarafından şımartılıp, hazır paraya alıştırıldı ve üretimden koparıldı. 83
yılında sahip olduğum toprak parçamın yarısında Cumhuriyet ilan edildi. Giderek
artan ve yığılan nüfusla üzerimde kültür çatışması yaşanmaya başladı. Daha
sonraları topraklarım üzerinde yetişen siyasiler, Anavatan’ın baskın
otoritesine boyun bükmeyi ve hazır gelen para ile devletçilik oynamayı tercih
edip, her şeye göz yumdular.
Önce
topraklarım yabancılara satılmaya başladı, daha sonra üzerimden kara para
aklama işleri gerçekleşmeye başladı. Ama onun da öncesinde esrar, kadın
ticareti, insan kaçakçılığı, kumar ve mafya patronları yetişmeye başladı.
Yeşillik ekip üreteceklerine, farklı tohumlar ekip yetiştirmeye başladılar
topraklarım üzerinde. İnsanımı artık tanıyamaz olmuştum, hem kimlik, hem beden,
hem de ruhen. Giderek kirletilmeye başladım ve kötü emellere alet oluyordu her
bir zerrem, her bir karış toprağıma adeta tecavüz ediliyordu. Sadece bununla da
kalmayıp, insanıma da her türlü tecavüz mübah olmaya başlamıştı.
Haktan-hukuktan ayrılık, adaleti yok saymaya yemin etmiş gibi davranıyordu
üzerimdeki otoriteler. İpi sağlam göğüslemezsen, o ipi elinden alıp boğazına
geçirirler. Bizim sözde yöneten ya da idare edenlere yapılan da aynen böyle
oldu. Güç yoktu. Üretim yoktu. Para yoktu. Siyasi görüş yoktu. Toprağımda,
insanımda, can ve mal güvenliği olacak diye yığılan asker, getirilen nüfus ve
sonradan 3. ülke vatandaşları ile hiçbir şekilde can, mal, namus, güvenliği
kalmadı. Suçlu kim mi? En başta bu ülkede geçmişten günümüze siyaset yapacayız
diye kendilerini politika adamı ilan edenler ve seçtirenlerdi elbette. Devlet
nedir bilemediler, gerçek milliyetçilik nedir bilemediler, yönetmek nedir
bilemediler, ülke idare etmek nedir bilemediler. Verdikçe aldılar da vermeyi
öğrenemediler. Üzerimdeki halk da suçludur. Göz göre göre satılırken her bir
zerrem, sessiz sedasız izlemekle yetindiler. Mücadeleyi bırakıp, zevkü sefaya
daldılar, insanlığı ve insan olmayı unuttular. Garantörlük sıfatı ile bana
müdahale eden, durması gereken yeri bilemedi. İç işlerimi, dış işlerimi,
halkımı, eğitimimi, can ve mal güvenliğimi, özgürlüğümü bertaraf edip, emelleri
doğrultusunda hareket etti. Benim adım Kıbrıs. Doğduğum gün MÖ çilem başladı ve
halen o çile bitmedi. Ne kendime yar oldum, ne de beni idare edenlere yaren
oldum. Ben Uluslararası hukuk mücadelesinde yerimi alamazsam, bir süre sonra
adım da kalmayacak. Yok olacağım.
YORUMLAR