İnsan yaşadığı yeri ya Cennet yapar, ya da
Cehenneme çevirir. Bizim pandemi ile birlikte ülkede yaşadıklarımızın çok da
Cennet’e benzetilecek bir tarafı yok. Ülke yangın yerine dönmüş. Ekonomik kriz
mi istersin, işsizlik mi istersin, pahalılık mı istersin, çocuk istismarı mı
istersin, uyuşturucu mu istersin, taciz mi istersin, vatandaşlık mı istersin,
fuhuş mu istersin, yolsuzluk mu istersin, rüşvet mi istersin, haksızlık mı
istersin, dolandırıcılık mı istersin, yeşili göz göre göre katletmek mi
istersin, hayvanlara işkence mi istersin, dindarlık mı istersin…. Ne ararsan
var işte. Peki, güzel olan bir şey var mı? Gökyüzü halen mavi. Bir de
denizlerimiz mavi. Ama biz en sonunda atıklarla onu da kirletmeyi başardık.
Peki ya bizler temiz kalabildik mi bu ortamda, ya da ne kadar temiz kalmayı
başarabildik? Burada Edip Cansever’in dizeleri aklıma geliyor: “İnsan gerçekten
yaşadığı yere benzer” diyordu bir şiirinde, ne kadar da doğru söylemiş.
Birçoğumuz karakter olarak süratle değişime uğrayan insanlar olduk. Yaşadığımız
çevreye, etrafımızda dönen dolaplara o kadar çabuk adapte olmaya başladık ki
özümüzü yitirdik. Yardımlaşmayı, dayanışmayı, haset etmeden yaşamayı, saygıyı,
sevgiyi, takdir etmeyi, üretmeyi, sanatı ve sanatçı kimliğine değer vermeyi
unuttuk. Bir “Ben egosu” almış başını da gidiyor içimizde. Bunu en fazla da
bizi “idare edenlerde” görüyoruz. Onlar her şeyin en doğrusunu bilen, her şeyin
en mükemmelini yapan kişiler kendilerince. Oysa içinde yaşadığımız durum gayet
net ve anlaşılır bir biçimde ortada. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti şuan
“Cennetten bir Ada” olmaktan çıkmış, tabiri yerindeyse “Cehennem ateşinde
kavruluyor”. 15 aydan bu yana Corona denilen salgın ülkemizde devam ederken en
baştan bilim insanlarının ve dahi doktorlarımızın savunduğu konu, “halkın %70’i
aşılandığı zaman insanların rahat bir nefes alacak” olması idi. Bizde bununla
ilgili hiçbir zaman bir aşı planı olmadı. Bu konuda ortaya çıkan manzara:
İnsanlar kuyruklar halinde güneşin altında aşı olmayı bekliyor. O beklenilen
aşılar geldiği halde halen daha doğru düzgün bir sistem ve plan oturtulamadığı
manzaradan da anlaşılacağı üzere apaçık ortada. Ve en baştan emekli
doktorlarımızdan Sayın Bülent Dizdarlı bu konuda yardımcı olmak için gönüllü
olduğunu sosyal medya hesabından duyurmuştu. Ancak bizim idarecilerimiz her
şeyi çok iyi bilir ve yapar ya o "Ben egosu” yüzünden bilir kişilerden
yapılan yardım çağrılarını duymazdan geldiler. Oysa “bir elin nesi var iki elin
sesi var” demiş atalarımız. Bir kaç gün önce Sayın Dizdarlı’nın sosyal medya
hesabında bir dayanışma organizasyonu gördüm. Girne’de halkın süratle aşılanması
için bir dayanışma başlatılmış ve güzel bir organize ile bu organizenin başında
doktorumuz da gönüllü olarak emeğini ortay koymuş. Demek ki halen daha yaşadığı
yeri “Cennet” yapabilecek, dayanışma, paylaşma, yardımlaşma, ekmeği ve emeği
bölüşme ruhunda insanlarımız kalmış içimizde. Ben bir vatandaş olarak
sergilemiş oldukları bu tablodan gurur duydum ve buradan onlara teşekkür etmek
istedim. Gerçekten bir kez daha anladım ki dünyayı iyilik, güzellik ve sevgi
kurtaracak. Dilerim içimizde her geçen gün bu örnekler çoğalsın. Evet yazımın
başında da belirttiğim gibi her şey biz insanoğlunun elinde. Yaşadığımız yeri
“Cennet” yapmak da “Cehenneme” çevirmek de bizlerin elinde. Bizim ülkenin
durumundan dolayı bugün yaşadıklarımızda halk olarak payımız büyük. Seçtiklerimiz
bize Cenneti vaat ederken, Cehennemi yaşatıyorlar. Bu yüzden “her zaman son
sözü halk söyler” deyimini hatırlatmakta fayda var. Ya hep birlikte Ada yerlisi
olarak bir mücadele ile yaşadığımız yeri Cennet’e çevireceğiz, ya da hep
birlikte yaşarken Cehennem ile tanışmış olacağız. Seçimlerimiz bizim kaderimiz
olacaktır, bunu unutmamalıyız. Saygılar
YORUMLAR