Emek gücü diğer metalar gibi değildir. Özel
bir metadır. Değer yaratan bir güçtür. Kendisinde olandan daha fazlasını
yaratan bir “değer kaynağı”dır. Aslına bakılırsa değer kaynağı falan değildir!
Çünkü “değer” derken bütünüyle kapitalist bir “mantık” içinde konuşmuş
oluyoruz.
Peki, n e yapıyoruz yahu? “İnsan olmanın”
hangi vasıflarını, hangi değerlerini eleyerek bugünlere kadar geldik? Ne
uğruna? Ve bugün karşımızdaki tablo ne? Memnun muyuz?
Birilerinin üzerlerine basarak, onları ezerek
yükselmenin; emeğin hakkını sömürerek elde edilen zenginliğin; eşitsizliği
besleyen politikaların bedelinin çok yüksek olduğunu hâlâ anlamıyor muyuz?
Neden öyleyse karşı çıkmıyoruz? Direnmiyoruz?
Göçmen sorununa “ucuz işgücü” olarak bakmaya
kadar indirgendi olay. Hatta “yabancı işçiler olmazsa ekonomi çöker” lafları
bile ortada dolaşıyor. Daha da vahimi, göçmenler üzerinden emekçiler birbirine
düşürülüyor. İnsanlar “kölelik düzeyinde emek sömürüsü” ile “işsizlik” arasında
seçim yapmaya zorlanıyor.
Bir oto yıkama galerisindeki işletmeci ile
sohbet ediyorum. Yanında dört işçi çalışıyor. İki Türkmen, bir Özbek, biri de
Vanlı. İşleri başından aşkın. Durmaksızın çalışıyorlar. İşletmeci “Çalıştıracak
adam bulamıyorum, yabancılar çok iyi iş çıkarıyorlar” diye anlatıyor.
Bunun meali “Benim verdiğim parayı ve çalışma
koşullarını beğenmiyorlar” demek. Asgari ücretin bile altında çalışacak olan
adam sırada iken neden daha fazla versin ki...
İşte sorun tam da bu bakış açısında. Ve bu
hemen hemen her sektörde, her alanda.. Sapır sapır doktorlar, aile hekimleri
istifa ediyorlar... Neden?
Görmüyor muyuz? Anlamıyor muyuz? Bu düzen
yürümüyor? Yürümez.
Ne yapacaksın?
Emeğin karşılığını vereceksin. Maliyet
azaltıcı kalemlerin ilk sırasına kendi çalışanının ücretini kısmayı
koymayacaksın. Ya da aynı maaşı vererek çok daha fazla çalıştırmaktan
vazgeçeceksin. İnsanca yaşayacağı ücreti vereceksin ki insanca değerleri o da
benimsesin.
Çocuğunun eğitimine, kendi becerilerini
geliştirmeye, tatil yapmaya, kültürel, sosyal faaliyetlerde bulunmaya
bütçesinden pay ayırabilsin. Bu işveren olarak senin de görevin.
***
SÖMÜRÜNÜN ‘YOK YERİ’
Emekçinin üretim sürecinin hangi aşamasında
sömürüldüğü meselesi ampirik değil teorik bir meseledir. Ne demek istiyoruz,
biraz açalım:
Kapitalist üretim süreci eş zamanlı işleyen
iki sürece bölünmüştür; bir yanda emek süreci diğer yanda da değerlenme süreci.
Emek süreci, insan-doğa arasındaki metabolik ilişkidir; değerlenme süreci ise
insan-insan arasındaki sosyal ilişkidir. Ama her iki süreç de zaman ve mekân
olarak birbirinden ayrı değil, bir arada hatta iç içe gömülüdür!
Kapitalist üretim süreci emek ürünlerinin meta
olarak üretildiği “gizemli” bir süreçtir. Şöyle ki, üretim sürecinin çift
katmanlı doğasından ötürü emekçinin ürettiği kullanım değerleri Midas dokunuşu
misali “altına” yani “metaya” dönüşüverir!
Bu dönüşüm meselesi ampirik olarak
kanıtlanamaz; bu teorik bir meseledir. Bu şey beyin ve bilinç arasındaki
meseleye benzer; nöral aktiviteler ile bilinç arasındaki ilişki gibidir.
Nöronları inceleyerek bilinci bulamayız.
Benzer şekilde kullanım değerlerini elimize
alıp inceleyerek de “değeri” bulamayız! Çünkü değer tekil kullanım değeri
içinde olan bir gerçeklik değildir; değer ancak kullanım değerleri arasındaki
sosyal ilişkide açığa çıkar. Çünkü sömürü, belirli zaman kesitine sıkışmış
değildir; sömürü bir süreç olarak üretim sürecinin her yerine yayılmış
haldedir.
YORUMLAR