Eğer büyümekten kasıt biyolojik yaşamın
çizdiği üçgenin (doğmak-büyümek-ölmek) ortancası ise, o zaman büyümek için
sonludur ve sınırlıdır diyebiliriz. Ortalama insan ömrünü 70 yıl yani 840 ay
olarak ele alalım. İnsan bu süreç boyunca her ay 2 cm boy atsa ömrünün sonuna
kadar 16,8 metreye, her ay 2 kg alsa 1680 kilograma ulaşır ki bu elbette
imkansızdır. Demek ki, insanın bu boya ve bu kiloya ulaşmasını önleyen
biyolojik sınırlar mevcut. Bu sınırlar nedeniyle büyümesi bir yerden sonra
durmakta.
Piyasa koşullarının egemen olduğu kapitalist
üretim biçiminde ekonomik büyüme (sermayenin büyümesi) sınırsız, sonsuz ve
hatta zorunludur. Eğer büyüyemezse yok olur! Doğayı sınırsız kaynak olarak
görmesinin ilk nedeni de burada başlar. Ekonomi ile ekoloji arasındaki ilişkinin
ekonomi lehine gelişmesini tarihsel olarak ifadelendirmek gerekirse; 500 yıllık
ömrü ile kapitalizm doğayı yok etmenin tarihidir…
Bir ülke ekonomisi her yıl yüzde 5 büyürse
yaklaşık 15 yıl sonra ekonomisi ikiye katlanıyor. Bu bile tek başına büyümenin
bir anlam ifade etmediğinin göstergesidir. Türkiye ekonomisi son 90 yılda 6 kat
büyümüş. Sormak gerek; bu kadar büyümeye rağmen hangi ekonomik, sosyal,
ekolojik sorun çözülebilmiş?
Büyümenin iktisat dilindeki adı: Gayri safi
yurtiçi hasıla (GSYH ). Ekonomide bir yılda üretilen ve tüketilen mal-hizmet
toplamının parasal ifadesi demek. Kısaca söylersek GSYH demek paranın hareketi
demektir. Paranın hareketi ormanı değil, kesilip/yakılıp yok edilen ağacı
önemser. Çünkü bu eylem kazanç demektir. Orman yanarken, araç kaza yaparken,
insan hastaneye giderken… bunlar hoş şeyler olmasa da paranın hareketi
açısından insani değil ticari faaliyetlerdir ve GSYH’yı büyütür. İşte dillerden
düşmeyen büyüme sermayenin büyümesidir.
Toplum ve doğanın yararına değil ekonominin
lehinedir. Eklemekte yarar var; büyümek demek kalkınmak demek değildir. Dahası
var; ilerlemek, refah toplumu olmak, sosyal devlet anlayışını tesis etmek, doğa
ve çevreye duyarlı olmak… demek de değildir !
Kapitalist sistem hiyerarşik ve
kutuplaştırıcıdır. Bu durum kendi işleyiş yasalarından kaynaklanır ve sürekli
üretilir. Zengin varsa yoksulu, tok varsa açı, ezen varsa sömürüleni sürekli
derinleştirerek var eder. Bu derinleşmiş ekonomik krizlerin üzerini örtme aracı
olarak sunulan büyüme kavramının yanına sosyal/politik krizleri de içine alıp
büsbütün üstünü örten kalkınma kavramı eklenir. Eklenmekle kalmaz eşitlenir.
Oysa büyüme demek kalkınma demek değildir.
Büyüme sermaye hareketinin (paranın) bir
parçası iken, kalkınma bunlarla birlikte siyasi ve sosyal bir projedir. Sadece
sermayenin hareketi üzerinden sağlanan istatistiki rakamlarla sosyalleşmeyi
sağlamak imkansızdır. Ters orantı kanununun işlediği kapitalist sistemde bir
şeyler artarken başka şeyler azalmak zorundadır. Kârlar artarak büyüyorsa toplumun
büyük çoğunluğu ve doğa yıkımla karşı karşıya demektir.
Büyüyen de, kalkınan da sermayenin kendisidir,
önündeki engelleri aşma biçimidir. Bugün büyüme kavramı popülaritesini korurken
kalkınma kavramı yerini toplum ve doğayla uyumlu sürdürülebilirlik kavramına
bıraktı. Günümüzde hangi ekonomik yada sosyal kavramla karşılaşsanız önünde
sürdürülebilir ekini görürsünüz…
Bir kavramın önüne bir niteleme sıfatı
koyuyorsanız ya da koymak zorunda kalıyorsanız o zaman ciddi bir sorunla karşı
karşıyasınız demektir. Bir sorunu yenmek için kullanılan niteleme sıfatının
görevi o kavramın üzerini örtmek , yalanlarını, içi boşluğunu gizlemek gerçekte
olanı çarpıtmak içindir. Buna kolayca pazarlama isteğini de ekleyelim.
Sürdürülebilir kalkınma, insani büyüme,
sürdürülebilir ekoloji… Bunlar sistemin yalana ve yanılsamaya duyduğu ihtiyacın
ürünleri olarak piyasa da satılmakta. Tüm bu kafa karışıklıkları ve beden
yılgınlıkları içinde gerçeğe duyulan ihtiyaç gün be gün artmakta.
Antonio Gramsci’nin çok değerli sözü ile bitirelim:
“Devrimci olan sadece gerçeğin kendisidir.”
YORUMLAR