Kutlu Adalı cinayetiyle ilgili yeni bir
soruşturma elzemdir ve Uluslarası Ceza Mahkemesi (ICC), AİHM (ECHR) ve AB İnsan
Hakları Komisyonu’nu ve benzer kuruluşlar da sürece dahil edilmeleri
gerekmektedir.
Hatırlatmakta fayda var, AİHM ADALI/TÜRKİYE
(Başvuru no. 38187/97) KARAR STRASBOURG 31 Mart 2005 (Son Rapor 2/10/2005)
büyük bir heyecanla karşılanmıştı. Davanın AİHM’ne başvuru nedeni, "Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti"nde Hakları ve Temel Özgürlükleri Korumaya Dair
Sözleşme'nin eski 25. maddesi uyarınca, Türkiye aleyhine Avrupa İnsan Hakları
Komisyonu'na yaptığı başvurudur (başvuru no. 38187/97). Yani iddişa makamı
Kutlu Adalı’nın Türk ve/veya "KKTC" makamları tarafından ve veya
onlar adına hareket eden kişi ve veya kişilerce öldürülmüş olduğunu ve yerel
makamların, gerekli soruşturmayı açmadıkları ileri sürülmüştü. Ayrıca, Kutlu Adalı
ölümünden sonra eşi İlkay Adalının eşinin ölümünü müteakiben "KKTC"
makamlarınca tacize uğratıldığını, sindirilmeye çalışıldığını ve ayrımcılığa
maruz bırakıldığını ileri sürülmüştü.
Başvurudaki iddialar AİHS'nin 2, 3, 6, 8, 10,
11, 13, 14 ve 34. Maddelerinin ihlali sözkonusu olduğuydu.
Bu kısa değerlendirmede ihlal edildiği
söylenen maddeleri tek tek ele almayacağım ama, bugün itibariyle ve özelliklede
Sedat Peker’in de açıklamalarıyle tekrardan gündeme gelen bazı anahtar
konuların, eğer yeni bir soruşturma sonunda gerçeklik kazanırsa, AİHM kararının
tekrardan ele alınmasına, gerekirse tekrardan davanın açılmasına ve farklı
sonuç alınmasına neden olabileceği düşüncesiyle birkaç anahtar AİHS’nin Madde
ihlallerini değerlendireceğim.
Özetle ve hatırlatma amaçlı bu davada
başvuran adına öne sürülen ve ihlal edildiği iddia edilen AİHS Maddelerine
bakalım:
Madde 2 - Yaşam hakkı
Madde 3 - İşkence yasağı
Madde 6 - Adil yargılanma hakkı
Madde 8 - Özel ve aile hayatına saygı hakkı
Madde 10 - İfade özgürlüğü
Madde 11 - Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü
Madde 13 - Etkili başvuru hakkı
Madde 14 - Ayrımcılık yasağı
Madde 34 - Kişisel başvuru hakkı
Birçok yerde ve makalede, yapılan yorumlarda,
Kutlu Adalı davasın’da AİHM’sinin kararının Türkiye aleyhine sonuçlandığı söyleniyor
ve büyük başarı olarak gösteriliyor. Sonucu küçümsemek değil amacım ama konuya
doğru pencere’den bakmak istiyorum. Ben hiçbirzaman bu kararın yeterli
olmadığını ve hatta gerçeklerin önünde, gerçeklerin ışığa kavuşmasının önünde
engel olduğunu düşünmekteydim.
Tabii bu, Kutlu Adalı dava’sına hangi
pencereden bakıldığına bağlı. Bence bu davadaki en önemli iddia ve ön plana
çıkarılması gereken iddia, Kutlu Adalı cinayetinin devlet’e bağlı o dönemin
yetkili, siyasi yetkililerinin devlet adına, derin devletin iradesiyle hareket
eden kişi ve veya kurum ve veya birimlerince, direk veya dolaylı, devlete
bağlantılı olarak işlenmiş olmasıydı.
Her ne kadar’da karanlık işler sonucu
birileri Kutlu Adalı’nın ölümüne sebep vermiş olduğu söylense’de, hepimiz’in bildiği
bu cinayetin ‘Derin Devletin Faili Malum Cinayetlerinden’ biri olduğudur.
Kutlu Adalı davasında başvuru’nun en önemli
iddialardan biri, Kutlu Adalı’nın yaşam hakkının (yani Madde 2) devlet
tarafından veya devletin görevlendirdiği kişi veya kişilerce elinden alındığı
iddiasiydı (gerçi ben bu iddianın başvuruda çok da ve gerektiği kadar yer
bulmadığını düşünmekteyim).
Tam da bu noktada “Yaşam Hakkı” Madde 2
konusunbda AİHM Türkiye’yi suçlu bulmuş değildi. (Kutlu Adalaı’nin ölümüyle
ilgili olarak AİHS'nin 2. maddesinin ihlal edilmediğine oybirliğiyle, Kaynak:
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Kutlu Adalı / Türkiye Kararı)
AIHM yargıçları Sn Kutlu Adalı’nin öldürülmüş
olabileceği ve bu öldürülmenin develt’in bilinci ışığında ve emri doğrultusunda
gerçekleştiği konusunda iddiaları sadece “spekülasyon” olarak değerlendirmişti.
Yani özet olarak Kutlu Adalı'nın herhangi bir Devlet görevlisi veya devlet
adına eylemi gerçekleştiren kişi veya kişilerce öldürüldüğüne dair yeterli
delil veya olgunun varlığını kabul etmemişti.
Bu anlamda, aslında Türkiye’ye devletine
karşı kazanılmış bir dava gibi değerlendirilsede (ki ben buna katılmıyorum) bu
dava’nın sonucu Türkiye’yi ‘temize çıkarmıştı’.
İşte tam da bu nokta’da Peker’in açıklamaları
önemli oluyor. Bu açıklamalar, ifşalar sonucu gerçöekleşecek bir yeni
soruşturma, bu bağlantıya, Devlet’le tetikçiler arasındaki bağlantıya ışık
tutar ve gerçeklik kazandırırsa ve ayni zamanda gerçek suçluların yerel
mahkemelerde yargılanması, cezalandırılması gerçekleşmez ise, adaletin tecelli
olması yine engellenir ise, AİHM’si o zaman Kutlu Adalı davası’nın tekrardan
ele alınmasını veya YENI bir dava için yapılacak başvurunun kabul edilmesini
mümkün kılabilir.
AİHM Kararı sadece adaletin işlemi ve süreci
konusında Türkiye aleyhine bulgu Kabul etmiştir ve Türki’ye aleyhine çoğunluk
kararı vermiştir. Dava’nın (olması gereken) özünü sadece “spekülayson” olarak
geçiştirmiş ve “muchul cvinayetin” sorumlularının devletle hiçbir bağlantısı
olmadığı sonucuna varmıştı. Yetkililerin veya devlet temsilcilerinin Kutlu
Adalı’nın ölümünü (cinayetini) çevreleyen koşullara yönelik yeterli ve etkili
soruşturma yapmamasından dolayı AİHS'nin 2. maddesinin ihlal edildiğine ve bu
sebeple Hükümet'in ön itirazının reddine bire karşı altı oyla karara bağlamıştı.
(Kaynak: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Kutlu Adalı | Türkiye Kararı).
Yani AİHM kararı’na göre Türkiye sadece
süreci iyi yönetemediği için ve gerekli sorumluluklarını yerine getiremediği
için suçluydu ve buna bağlantılı ve ‘orantılı’ olarak tazminat ödemesine karar
vermişti.
Ayni zamanda ve bu bulguya dayanbarak Madde
13, yani “Etkili başvuru hakkı” konusunda da yine Türk yargıç Türmen dışında
diğer AİHM yargıçları Türkiye aleyhine bulgu yapmıştır.
Sedat Peker açıklamaları sonrası yeni bir
soruşturma’nın tam da üzerinde durması gereken nokta şudur. Devlet’e bağlı
(Türkiye ve veya KKTC dahil) ve devlet adına hareket eden birim, kişi ve veya
kişilerin,ve veya onların görevlendirdiği kişi ve veya kişilerin, bu
cinayette’ki, Kutlu Adalı’nın öldürülmesin’deki bağlantıları tesbit etmek ve
ortaya çıkarmaktır.
Gerçeklerin ortaya çıkması, sayısızca
işlenmiş sözde faili mechul ama gerçekte ‘Derin Devletin Faili Malum
Cinayetlerinde’ parmağı olanlardan hesap sorulmasına bir nebze olsun katkı
sağlayabilir, umarım….
Ama bu süreç’te, her ne kadar’da sermaye
çıkarları ve demokrasi anlayışı doğrultusunda kurulmuş olsalarda, atılacak her
adımda, yapılacak soruşturmanın sürecinin ve sonuçlarının takipcisi olmaları
için Soruşturma Komisyo’nu dışında bir bağımsız ve sivil toplum
temsilcilerinden (KTİHV, Basın-Sen gibi) oluşan bir komite oluşturulmalı,
Uluslarası Ceza Mahkemesi’ni (ICC), AİHM’ni (ECHR) ve AB İnsan Hakları
Komisyonu’nu ve benzer kuruluşları bilgilendirmek sürece dahil etmek gerekir
diye düşünmekteyim…
YORUMLAR