İsrail saldırıları karşısında
parçalanmış, yanmış çocuk cesetleriyle sabahlayan, dehşete düşmüş Filistinli
çocukların, annelerin, babaların çığlıklarını duyabilecek uzaklıkta olmamıza
rağmen sessizliğimiz ne kadar da vahim, acı ve üzücü.
İsrail ordusunun, İşgal Altındaki Filistin Bölgesi'ne,
Gaza’ya, acımasız ve sistematik saldırıları devam ederken, düşen bombalardan
parçalanarak ölen çocukların, sivil halkın, kanlar içinde parçalanmış yanmış
cesetlerinin fotoğrafları sosyal medya üzerinden, en uzakta yaşayan bir
Eskimolara kadar ulaşırken, dünyanın dört bir yanında İsrailin bu işgalci,
sömürgeci, agresif ve sistematik saldırıları, insan hakları ihlalleri,
sendikalar dahil, dünyanın birçok demokratik güçlerinin protesto ve eleştiri
oklarına hedef olurken, kendi
toplumumuzun bu kadar sessiz kalması, sendikalarımızın, demokratik sivil toplum
kuruluşlarımızın sessiz kalmalarını, anlamlı bir tavır ortaya koyamamalarını
anlamak veya kabul etmek mümkün
değildir.
Bireysel çıkarlar üzerine kurulmuş bu kokuşmuş düzende,
sözde insan hakları adına mücadeleden yana olan sendikalarımız, birçok sivil
toplum kuruluşlarımız, “hak ve özgürlük” çığlıkları atan, “Barış” yanlısı
olduğunu iddia eden, ezilenden, mağdurdan yana olduğunu iddia eden o duyarlı
toplumumuz’un, sendikalarımız’ın sessizliği, dehşet içinde bırakılan,
parçalanmış, yanmış cesetlere şahit olan
çocukların çığlıklarını duyabilecek uzaklıkta olmamıza rağmen
sessizliğimiz, ne kadar da hayal kırıcı, vahim, acı ve üzücüdür.
Yanıbaşımızda olan Filistin halkının yaşadığı korku ve
dehşedi, kendisinin de geçmişte yaşadığını iddia eden bir toplumun empati
yeteneğinin bu kadar zayıf olması, gerçekten bu toplumun bireyleri olarak,
sendikaların, barış ve özgürlükten yana sivil tolum kuruluşlarının üyeleri
olarak düşündürücüdür. Uzun uzun aynaya bakıp kendimizi sorgulamalıyız diye
düşünmekteyim.
Sanırım sorun, toplum olarak geçmişte ve şimdi içinde
bulunduğumuz koşullardan dolayı, bireyserl hesap ve çıkarların ‘’içe dönük bir
zihniyet’ geliştirmiş olması, yani ‘kendine’ odaklı bir zihniyetin oluşması
sonucu, başkalarının ihtiyaçlarına, zorluklarına, mağduriyetlerine ve
uğradıkları felaketlere karşı yaklaşım zorluğu, empati zorluğu ve hatta körlük
engeliyle karşılaşmamızdandır. Kendimiz dışında gelişen birçok olayı ve özelliklede
bu olayların mağdurlarını ‘insanlar’ olarak değil de nesneler olarak
görmemizdendir. Toplumumuzun bu durumu beni çok endişelendiriyor demesem
kendimi yanıltmış olurum.
İnancım şu ki, bireylerde ve toplumda ‘kendine odaklı
içe dönük zihniyet’ değişmediği sürece karşılaştığımız sorunların kökleşmesine,
toplumsal olarak çözüm bulma çabamızın, kalıcı barış, işbirliği ve dayanışma
yolundaki mücadelemizin önünde, hak ve özgürlük yolundaki mücadelenin önünde
ciddi engellerden biri olmaya devam edecektir.
Aradan yarım asırdan fazla bir zaman geçmesine ragmen,
henüz derin yaraları geçmemiş olan, kimliğini, insanlığını, duyarlılığını,
‘bizliğini’, toplum oluşunu unutmuş veya inkar etmekte olan, ‘en önemli benim’
duygularına yenilmiş bireylerden oluşan bir topluluğun ötesine gidemeyen, çoğu
zaman içten içten çelişkilerle boğuşsa’da, kendisini bizzat etkilemediği
sürece, başkalarının sorunlarına duyarsız kalan bir toplumdan bahsediyoruz
sanırım.
Barış yanlısı, insan hakları, kadın hakları, çocuk
hakları, hak ve özgürlükler yanlısı aktivistlermizin verdikleri mücadeleler
bile ‘içe dönük zihniyetin’ etkisinden kurtulamıyor, bu mücadeleri anlamlı,
sürdürülebilir, uluslararası demokratik kitle örgütleriyle, sendikalarıyle
dayanışma içinde ve yan yana sürdüremiyoruz. Olması gereken
enternasyonalizm’den enternasyonal dayanışma ve işbirliğinden uzak, sınıfsal
mücadeleden uzak, hak ve özgürlük, kimlik ve varoluş mücadelesi veriyoruz.
Sadece 2 örnekle bu kısa köşe yazımı noktalamak
istiyorum. Özellikle’de ‘emek en yüce değerdir’ diyenlere tekrar bu cümleyi
okumalarını, etraflarına iyice bir bakmalarını ve şunu sorgulamalarını
öneririm;
Burnumuzun dibinde her gün görüp de görmemezlikten
geldiğimiz, Asya’nın dört bir köşesinden buralara getirilip marketlerde, yol
tamirinde, benzincilerde ve birçok yerde ucuz işçi olarak çalıştırılan, hak ve
özgürlükleri ellerinden alınan, sömürülen, hakaret ve tehditle çalıştırılan
yüzlerce emekçi ‘bizden’ değildir diye 3 maymunu oynamıyormuyuz?
Gecelerimizin sessizliğini bozan bomba seslerini
duymamak için, İsrail saldırıları karşısında parçalanmış, yanmış Filistinli
çocuk cesetleri arasında karanlığın aydınlanmasını bekleyen, dehşete düşmüş
çocukların, annelerin babaların, çığlıklarını duymamazlıktan gelmiyormuyuz?
Belkide tüm bunları yaparken, yaşarken, tek
düşündüğümüz (‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ misali ‘kendimizdir’, hangi
Parti bana daha çok fayda sağlayabilir hesapları, meclis çalışıyor mu
çalışmıyor mu, seçim ne zaman olacak, kim hangi meclis koltuğuna oturacak, ay
sonu maaşlar ödenecek mi, mevkiler, çıkarlar, ad-hoc komiteler vs vs vs.
Bu toplum, bu gururlu ve aydın toplum, dünya vatandaşı
toplum, ‘Kunta Kinte’ için bir zamanlar göz yaşı döken bu toplum, İspanya İç
Savaşın’da 46 şehit veren bu toplum, Şilide’ki, Arjantin’deki faşist
diktatörlere karşı enternasyonal dayanışma içerisinde haykıran, mücadele veren,
bir zamanlar Türkiye’nin ezilen halklarıyle birlikte ve dayanışma içinde
mücadele veren bu topluma ne oldu, nerede, ne zaman yok oldu?
YORUMLAR