Bu seçimin sonu
bana ‘Stockholm Sendromunu’ hatırlattı desem yanlış olmaz. İnsanın kendisini
zora sokan ve üzen koşulları kabullenmesi, savunması, sıkıntıya sokan
koşulların nedenlerini görmemesi, ezilmesine rağmen ezenin yanında yer alması,
hatta ezen kişiye karşı minnet duyması olarak da tanımlanabilen Stockholm
Sendromundan bahsediyorum.
Başka ne
açıklaması olabilir ki?
Yaşadıkları tüm
sorunlara rağmen, toplumun her gün karanlıkta kalmaları, ekonomik olarak birçok
şirketin iflasın eşiğini çoktan geçmiş olmaları, sağlık hızmetlerinin çökmüş
olması, eğitim sisteminin kaos içinde olması, toplumsal iradenin yok ettirilmiş
olması, siyasi iradenin çözümden ve kalıcı barıştan sistematik bir şekilde
uzaklaştırılmaya çalışılması ve daha birçok konuda toplumu uçurumun eşiğine
getirmiş olan bir siyaseti, seçmenin sandıktan birinci Parti olarak çıkarmasını
daha başka nasıl açıklayabiliriz ki?
Bu düşünceye,
böyle bir siyasi iradeye gidip de oy verenlerin kişisel çıkarlar ve hesapların
peşinde olduklarını mı düşünelim? Her ne kadar da bunun da bir açıklama olarak
kabul gördüğünü düşünsek de, şahsi hesap ve çıkarların toplumsal çıkarların
önüne geçmesine göz yummak aşağılık olur diye düşünüyorum ve seçmenimizin, en
azından belli bir kısmının bu kadar aşağılık olacağını düşünmek doğru olmaz
diye düşünmekteyim (herhalde !).
Bir de 57.62
katılım oranı eksi %10 geçersiz oyu dikkate alırsak buda aslında seçimi kazanan
Partinin kayıtlı seçmenin %18.67’sini, ana muhalefet Partisi’nin ise %15.33
oyunu aldığı anlamına gelir. Hiç şüphesiz ‘gerçek bir demokrasi’ örneği (değil
malasef !).
Bardağın dolu
tarafına bakarsak seçmenin en az %50’si bu tiyatro’ya sırtını dönmüş,
umutlarının bu senaryolara alet edilmesine ‘HAYIR’ demiştir. Eğer sandıktan
çıkıp meclise girdiğini düşünen siyasi Partiler, milletvekilleri başarılı
olduklarını ve toplumun onayını aldıklarını düşünüyorlarsa bu düşüncelerini
tekrardan gözden geçirmelerini öneririm.
Sandıktan çıkan
mesajdan çok, çıkmayan mesaja, sandığa gitmeyen %50 seçmenin verdiği mesaja
dikkat etmelerini öneririm.
Sandığa
gitmeyenlerin ise sessiz kalmaları değil, örgütlü, güçlü ve sesli olmalarını
öneririm. Ciddi bir ‘sessiz çoğunluğun’ çıkaracağı sesin neler yapabileceğini
düşünmelerini öneririm. Önümüzdeki dönem için en acil görev farklılıkları ön
plana çıkarıp bölünmeler değil, sınıfsal bakış açısıyle ortak noktaları bulup, örgütlenme olmalıdır.
Olmaz dememek
lazım. Tek çözüm bilinçli ve sınıfsal bakış açısıyle, ortak hareket ve
örgütlenmedir diye düşünmekteyim…..
Bu düşünce adanın her iki tarafı için de
geçerlidir….
YORUMLAR