“Özgür olmayan insan
nedir?
Söyle bana,
Mariana..
Söyle seni nasıl
sevebilirim
Özgür olmazsam.
Sana kalbimi nasıl
açabilirim
Bu yürek benim
değilse..”
Ağustos 1936.. Ünlü
İspanyol şair Federico Garcia Lorca, İspanya iç savaşında faşistlerce kurşunu
dizilmeden önce son şiirini böyle okudu..
Peki. Kimdir
Frederico Garcia LORCA?
Şair ve oyun yazarı,
aynı zamanda ressam, piyanist ve bestecidir. 27 kuşağının sembol üyelerinden
biridir. İspanya iç savaşının başlangıcında 38 yaşında iken milliyetçi
faşistler tarafından öldürülmüştür. Ölümünün o son anına kadar mücadelesinden
ve duruşundan da zerre kadar taviz vermemiştir.
Dünya tarihi bu ve
buna benzer yüz binlerce örnekle doludur. Ve dünyamızda kapitalizmin bu hoyrat
zulmü devam ettiği sürece de örnekler çoğalmaya devam edecektir.
Fakat ne kadar
ilginçtir ki bizim tarihimize baktığımda buna benzer devrimci örnekler hemen
hemen hiç yoktur. Olanlarında arka planında ideolojilerden yoksun kısır
çekişmeler olduğunu görüyoruz.
Sanırım bedel
ödemeden bir yerlere varmaya çalışan bizden başka bir topluluk yoktur. 47
yıllık kuzey Kıbrıs serüvenimizde geldiğimiz noktaya bakacak olursan bunun ne
kadar imkansız olduğuyla da yüzleşebiliyoruz. Hatta ihtimaller dışıdır da
diyediliriz.
Çünkü 47 yılda
geldiğimiz nokta bizi dünyada eşsiz bir yere Taşımıştır.
“KRİMİNALİTENİN VE
DÜNYADAKİ YOLSUZLIKLARIN MERKEZİ KUZEY KIBRIS”
Hem de saymakla
bitmeyecek oranda.
Namınızla
öğünebilirsiniz. Öğünmezseniz
namertsiniz.
Ama boşuna ölmedin
LORCA. Aydınlık yarınlar için, özgürlük için ve dünya barışı için mücadele eden
herkese esin kaynağı oldun. O kadar ki Şilili yazar Pablo Neruda sizler için
yollara düşmüş ve bu mücadeleye katılmıştır. Ve daha bir çok sanatçının İspanya
iç savaşında faşizme karşı savaşmasını sağladınız. İşte o yüzden boşuna
ölmedin. Ama boşu boşuna yaşarken ölenler de yok değil hani. Kuzey Kıbrıs
vatandaşları aslında tümü bu kategori içindedirler. Aynı dostun ve mücadele
arkadaşın Pablo Neruda’nın Ağır Ölüm şiirinde dediği gib
Ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar,
her gün aynı yoldan yürüyenler,
yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler,
giysilerinin rengini değiştirmeyenler,
tanımadıklarıyla konuşmayanlar.
Ağır ağır ölür tutkudan ve
duygulanımdan kaçanlar,
beyaz üzerinde siyahı tercih edenler,
gözleri ışıldatan ve esnemeyi gülümseyişe çeviren ve yanlışlıklarla
duygulanımların karşısında onarılmış yüreği
küt küt attıran bir demet duygu yerine
“i” harflerinin üzerine nokta koymayı yeğleyenler.
Ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu
tersine çevirmeyenler,
bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar,
hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler.
Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar,
okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
gönlünde incelik barındırmayanlar.
Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler,
kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler,
ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca
yakınanlar,
daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler,
bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar,
bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar.
Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden,
anımsayalım her zaman: yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha
büyük bir çabayı gerektirir.
Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun
kapısına.
Maalesef
en büyük alışkanlığın “GANİMETİ” muhafaza etmek kültürünün olduğu benim ülkemde
bu kadar açık bir şiirin anlaşılması da mümkün değildir. Ama bunun farkında
olan biz küçük azınlıklar da mücadelesinden asla vazgeçmeyecektir. Her ne kadar
kurunun yanında yaşlar yanabiliyorsa.
İYİLEŞEMİYORUZ.
Yaralar
kepenklerini indirmedi hala
sivri
dişlerine cila çeken
it
sürüsü salya döküyor hala…
İlle
de düşman olmalı birileri
ille
de kopsun sevginin dilleri
ille
de “ya taksim ya ölüm”
bu
düzmece barışta
her
gün
taksit
taksit ölürüm.
Ümit
İnatçı 1999 Mağusa
YORUMLAR