Siyaset ve siyasetçi algısı toplumları
oluşturan bireylerin eğitim ve kültür seviyelerine göre şekillenir ve anlam
yüklenir. Bizim gibi toplumlarda siyaset ve siyasetçi toplumun kendilerine
hizmet etme algı içerisinde anlamlanıyor. Bu anlam o kadar ayyuka çıkmıştır ki
adeta siyasetçi tapınılacak bir obje haline gelmiştir. Belli bir donanım ve
ahlaki değerlerle yönetime gelmiş siyasetçi bile bu durumda farklı yerlere
evirilerek o bile zıvanadan çıkabiliyor. 1974 yılına kadar olan süreçte
ülkemizde idareci dediğimiz ve halk tarafından seçilen siyasetçiler hep
hizmetli olarak algılanmıştırlar. Bu yüzden bireylerle siyasetçi arasında
sürekli bir yakınlık söz konusuydu. Bu ayrıca siyasetçi üzerinde kendiliğinden
bir denetimi de oluşturuyordu. 1974 den sonra bizlere bahşedilen ganimet düzeni
ve onun türevi olan biat kültürü bu algıyı tamı tamına tersimlemiştir.
Geçtiğimiz gün gazeteci yazar sayın Can
Dündar’ın bir videosunu izlerken, adeta bana bu kadarı da olmaz dedirtecek bir
anekdota rastladım.
Geçen hafta Denizli’de denetime gelen valiyi
tanımadığı için bir dönerci az kalsın işinden oluyordu. Normalde vali bir
dükkana gelince dönercinin hazır-ola geçmesi ve el öpmesi gerekiyordu. Bunu
yapmayınca bir tuhaflık olduğunu anlayan vali maskesini çıkarıp yüzünü gösterdi;
fakat hayret! Dönerci yine aldırmadan dönerini kesmeye devam etti. Bunun
üzerine de vali oracıkta sinirlenip hemen dükkanın kapatılması emrini verdi. 30
sn içinde gerçekleşen bu olayın ardında asırlara dayanan bir itaat kültürünün
izi var. Türkiye’de maalesef siyasetçi halkı kendi hizmetinde sayıyor. Ve bu
böyle olduğu sürece de bu ve buna benzer birçok örnek her zaman karşımıza
çıkacaktır. Bu itibarı gösterişte arayan
bir anlayışın tezahürü. Ve daha da önemlisi, Türkiye’de çağdaş “devlet-yurttaş
ilişkisi” nin hala arkaik bir “padişah-kul ilişkisi” olarak görülmesi.
Maalesef Kıbrıslıların durumu da bundan farklı
değildir.
Halbuki siyasetçi ve devlet görevlisi kimdir?
Ülkesinin ve toplumunun hizmetlisidir. Ülkesini çağdaş medeniyetler seviyesine
çıkarma çabası içerisine girerken vatandaşlarının da standardını yukarıya
çekmekle mükelleftir. Ve her şeyden önemlisi siyasetçinin ve devlet
görevlisinin iş vereni de halkın kendisidir. Bir siyasetçinin bunu
içselleştirmesinin yolu da sizi bir işveren olduğunuzu unutmamanızdır.
Özellikle pandemi dönemiyle ortaya çıkan yeni
yönetim biçimi adeta bunu bütün çıplaklığıyla gösterir düzeydedir.
Peki, ne yapmalı? Fabrika ayarlarına geri
nasıl dönülebilinir? Bu mümkün mü? Mümkünse bunu nasıl aşabiliriz.
Soydaş algısıyla çıkarlarımızın korunacağını
deklere eden TC politikalarının artık itaat eden bireylere dönüşme politikasına
döndüğünü anlamamız gerekir. Bu güne kadar soydaşlarım diye diye
işbirlikçilerle birlikte dönüştürdüğü kuzey Kıbrıs’ın durumu bu. Ve bu işbirlikçilerle
bunu içine doldurduğu arkaik anlayışlı “padişah-kul ilişkisinin” bireyleri
soydaş diye nitelendirilen insanların on katı durumunda.
Ama her şeye rağmen yine de bunu çözümü
vardır.
1974 den önce sahip olduğumuz fabrika
ayarlarına dönerek yapabiliriz.
KKTC olgusu içerisinde verilen her mücadele
(ki seçim de bunlardan biridir) yenilgiye mahkumdur. Ama görüyorum ki kendine
solcu diyen kesimler maalesef seçim gongunun çalmasıyla yine iştahlarını
kabartıyorlar. Bilesiniz ki yenilginiz yüzde yüz garanti. Hoş zaten bunu en iyi
siz bilirsiniz. Çünkü bu oyunun en önemli aktörlerisiniz. İşbirlikçilerisiniz.
Türkçe konuşan Kıbrıslıların bütün
kayıplarının altında işte bu işbirlikçi solcuların imzası vardır. Özellikle bu
toplumu toptan tüketen “BİRLEŞİK FAİZ” yasası bunların başında geliyor.
Bilesiniz ki KKTC olgusu içerisinde verdiğiniz
her mücadele Türkçe konuşan Kıbrıslıları daha da azaltacaktır. Ve en sonunda da
bir birimize şunu söylemek zorunda kalacağız.
“BİZ BU KADARCIK MI KALACAKTIK”
YORUMLAR