Türkiye bu insanları unuttu, çünkü ne
iktidarın ne medyanın gündemindeydiler - propaganda malzemesi olmadıkları
sürece. Herhangi bir ülkede, asker, polis, sivil, 13 kişi bir örgütün eline
esir düşse... Siyasetçisi, medyası, sivil toplumu konuyu her daim gündemde
tutar. Ancak Türkiye’de bu olmadı.
Birkaç haber, birkaç muhalif siyasetçinin
çabaları haricinde konuyu gündeme getiren, çözüm öneren yoktu. Büyük çoğunluk,
PKK’nin 5-6 yıl önce esir aldığı kişilerden ancak öldüklerinde haberdar oldu.
(TC Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan ise dünkü konuşmasında 5-6 aydır esir
tutulduklarını söyledi.)
Bu duyarsızlığa, acı haberi savaş ve intikam
naralarıyla birlikte veren medya dahil...
Çocukluk yıllarımda savaşla tanıştım, biz
köydeki evimizi terk ettik, Marmara bölgesinde evini terk eden başka birinin
evine yerleştik, köy yaşamından kasaba yaşamına adım attım, 1964 yılı
başlarında. Fakir ve kalabalık bir ailenin bir bireyi olarak gençliğe geçiş
yaptığım yıllarda tanıştı hak hukuk, emek sömürü ve sınıfsal mücadelede saf
tutmayı.
Bitmeyen sömürü ve emek kavga, hayatıma yönlen
vermeye başlayan Marksist- Leninist düşünce.
Hele kadınların rekabeti başladı mı, hiç
şansınız yoktur zaten. Sırf kadınlar mı,
hayır tüm herkes sanki ruhunu şeytana satmış gibi, yeniyi, bir üst modeli, en
modernini, son teknolojiyi övmek için ağız birliği etmişçesine etrafınızı sarıp
amacına ulaşana kadar seni boğarlar. Zaten boğmak için yabancıya gerek yok yanı
başımdakiler yeter.
Ha de aslanım “Al, değiştir, alçaktan yukarı
son modele doğru yükselt, paran yoksa borçlan, sen benim yiğidim, güçlüsün,
kuvvetlisin, cüsseye bak çalışır ödersin, koç’sun sen maşallah” gazlamarından,
baskılarından kaçış var mı? Bir çok şey girdiği gibi varsın bu da girsin bir
yerimize de kavga olmasın, huzur kaçmasın diyerek yedik.
Ve ta ki sana en büyük kazığı atana kadar
sıraya girenlere yandaş yalaka gazetelerde, televizyonlarda, yetmedi sosyal
medyada tam sayfa reklamlar verilir ve asıl assolist çıkar en son sahneye, adı
da size hizmette sınır tanımayız reklamları…
Her nereye baksanıza, gündüz hayalinizde, gece
düşünüze, rüyanıza girer, belki zar zor daldığınız uykunuzdan çığlık atarak kan
ter içinde uyanırsınız, ta ki bu yeni talepleri yerine getirene kadar üzerinize
gelecekler ve her şeyden daha yakın davranışlar sergileyecekler size.
"Yeter Artık", sen mi kurtaracaksın
bu memleketi? "Boş ver be gardaş" sen yalnız başına ne yapabilirsin
ki? Üstüme üstüme gelmeyi sürdürerek "Kahraman mı kesildin başımıza?"
Ve daha pek çok böyle sorulara, bu yaşananlara bir isim vermiş olsaydım,
"özgür olamamış ruhların, özgür olamamış beyinlerin çaresizliği"
adını verirdim. Ne olur bir düşünün dostlarım.
Bu soruları yönelten kişiler, bu soruları
yanlış kişilere sormak için harcadıkları zamanı doğru kullanıp, sorularını
gidip asıl suçlulara sormuş olsalardı, şuan çok daha güzel bir ülkede yaşıyor
olurduk..
Ne yani, doğru değil mi? Aniden biri çıkıp
şöyle diyor utanmadan, "Yerden göğe kadar haklısın ama sert yazma." Madem yerden göğe kadar haklıyım "aması
maması mı var be ammma " nedir bu yaşanan rezaletler ve susan muhalefet? Evet,
sert yazıyorum..
Fakat benim sertliğim karşımdaki asıl suçlunun
söylediği yalana orantılıdır. Ve "O yalancılığı bıraktığı zaman bende sert
olmayı bırakırım. O kendi toplumuna ihanet etmeyi bıraktığı zaman, bende ona
sert yazmayı bırakırım."
Peki bana "sert yazma" diyen
arkadaş, neden gidip onlara, "bu topluma ihanet etmeyin" diyemiyor? Diyemez..
"Çünkü bunu söyleyebilmek için tam anlamıyla özgür bir birey olmak
gerekir." anladın mı?
Özgürlük tamda işte böyle bir şeydir işte tam
da burada "Özgürlük insanın
ruhundadır, yüreğindedir, aklındadır." Ve özgürlük, asıl suçluya
"Yeter Artık" diyebilmektir..
YORUMLAR