Çarkları döndüren de onlar.
Yani işçiler, emekçiler...
Pandemi, kısıtlamalar, kapanmalar emekçinin
önemini daha da bir gözler önüne sererken en büyük bedeli ödeyenler de onlar
oldu. Sağlıklarını hatta yaşamlarını kaybederek... İşlerinden olarak... Ya da
köle düzeninde çalışma koşullarına itilerek... Ücretsiz izne gönderilip açlığa
mahkûm edilerek...
Bildik konu ama tekrarlamakta yarar var.
Hatırlamakta ve hatırlatmakta...
İnsanın emeği üzerinden yükselir kapitalizm.
Emeğin karşılığı da “ücret” adı altında ödenen parasal bir değerdir. Bireyin
günlük çalışma saatine göre hesaplanır temel olarak. Üreticinin, işçinin kendi
emeğini yeniden üretebilmesi için ihtiyacı olan gereksinimleri
karşılayabileceği parayı elde etmesi için... (Barınma, gıda, ısınma, giyim,
eğitim..)
Emeğinin gerçekten karşılığı mıdır? Tabii ki
değil... Çünkü işçinin aldığı ücret, kapitalistin kârı düşüldükten sonra
ödenir. Ayrıca bireyin çalışma saatlerinin üzerinde her fazladan çalışması
kapitaliste ekstra kâr olarak geri döner.
İşte bu bildik durum bozuldukça bozuldu. Hâlâ
da bu sürüyor.
Çalışanların, emekçinin gelirinin milli
gelirdeki payı sürekli olarak düşüyor. Bu da gelir adaletsizliğini, toplumsal
eşitsizliği körüklüyor. Dünyanın birçok ülkesinde böyle. Türkiye de başı
çekenlerden... Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) verilerine göre 1970’lerin
sonlarından beri 133 ülkenin 91’inde, milli gelirleri içinde ücretlilerin payı
sürekli olarak düştü.
Şirketler maliyetlerini düşük tutarak daha
ucuza mallarını satabilmek için maaşları düşük tutma eğilimi içine girdiler.
Buna karşın şirketlerin elde ettikleri kârların milli gelir içindeki içindeki
payı büyüdü. IMF ve OECD’de de benzer rakamlar var. Sonuç: Giderek artan gelir
eşitsizliği, azalan talep ve işgücü verimindeki artışın azalması.
Bir diğer bağlantılı konu daha var. Bahçeşehir
Üniversitesi’nden Fırat Kara’nın Herkese Bilim Teknoloji dergisindeki
“Kapitalist çalışma koşullarında insan sağlığı” başlıklı yazısı son derece
önemli. Kara, “Peki, bu durumun iş kazalarına etkisi nedir” diye soruyor. Yine
ILO verilerine göre dünyada her yıl 3.2 milyondan fazla insan iş kazaları ve
işle ilgili hastalıklar yüzünden yaşamını kaybediyor. Anlayacağınız,
koronavirüs pandemisi yüzünden yaşamını kaybeden insan sayısı her yıl sürekli
olarak tekrarlanıyor; iş kazaları ve hastalıkları nedeniyle.
Türkiye’de sosyal güvenlik kurumu verilerine
göre 2018 yılında toplam 430 bin 985 iş kazası meydana geldi. Bunlar içinde
ölümcül kaza sayısı 1541 olarak belirtiliyor. Bir diğer deyişle Türkiye’de 280
kaza başına 1 ölümcül kaza meydana geliyor. Rakamlar Türkiye’de her gün 4.2
işçinin hayatını kaybettiğini gösteriyor. Hem Eurostat hem de Sosyal Güvenlik
Kurumu’nun (SGK) verilerine göre Türkiye, Avrupa’da iş kazalarında en fazla
insanın hayatını kaybettiği ülkeler sıralamasında birinci.
Peki,
nereye kadar?
Eşitsizlik, dünyanın önemli sorunlar
listesinde artık ilk sıralarda ve liberal ekonominin en sıkı savunucuları bile
bu durumdan rahatsız. Ücretli bir büyüme stratejisinin, sürdürülebilir bir
ekonomik büyümeyi destekleyeceği ve bunun için radikal adımlar atılması
gerektiği tartışılıyor. Ama nasıl?
Ücretlerin payını doğru politikalarla yeniden
artırmak mümkün. Finansal sistemi yeniden düzenleyerek, sendikaları
destekleyerek, sosyal güvenlik ağları ve eğitim fırsatları ile çalışanları
güçlendirerek...
Tüm bunları sistemin kendisinden beklemek
sadece enayilik olur. Kapitalist sistemin kâr hırsını törpüleyebilecek iki güç
var sadece: Toplum bilinci ve sosyal devlet. Ve her ikisinden de giderek
uzaklaşılıyor ne yazık ki...
21. yüzyılın ilk çeyreğini tamamlamak üzereyiz.
Emeğin sömürüsüne göz yumarak, eşitsizlikleri artırarak insanlık kendi ayağına
kurşun sıkıyor, farkında değil...
YORUMLAR